13 Eylül 2007 Perşembe

NEREDEN BAŞLAMALI

Yazar Kuvayi Milliye Dergisi
20 02 2007

(Kuvayı Milliye dergisinin temmuz-ağustos 1999 tarihli 17. sayısından)

Asrın son güneş tutulması ve diğer günlük malzemeler ile ülke gündemini değiştirmeye, özelleştirmenin, tahkimin ve sosyal güvenlik ‘reform’unun Meclis’ten geçmesinin vebalini, vehametini, ihanetini ve hiyanetini medyası ve her türlü olanağı ile küçültmeye çalışan işbirlikçi yerli finans-kapital ve onun siyasi iktidarı, böylesine köşeye sıkışmışken, “ulusal” ve “milliyetçi” maskesi bu kadar düşmüşken, onlara zevkinden göbek attıracak bir “doğa olayı” gerçekleşti. Marmara bölgemizde 7.4 şiddetinde bir deprem oldu. Deprem sadece Marmara bölgemizi değil, tüm ülkemizi ve halkımızı sarstı. Ölü sayısı 30.000, yaralı sayısı 150.000 olarak tahmin ediliyor.

Deprem, Adapazarı, Kocaeli, Körfez sanayi bölgelerini, dolayısıyla işçi sınıfımızın yoğun olduğu bölgeleri ve Gölcük Donanma Komutanlığı’nı vurdu.

Ülke gündemi bir anda değişti. İşçi sınıfımızın ve kamu çalışanlarımızın başlattığı, tüm halk kesimlerimizin de katılıp desteklediği, hızla gelişip yaygınlaşan bir mücadele ve eylemlilik sürecine girmiştik. Tahkim’e, Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı’na ve yetersiz zamlara karşı yürütülen meşru ve demokratik mücadele, belki ilk kez bir “Emek Platformu” koordinatörlüğünde, oldukça başarılı sürdürülüyordu. Depremin, ülke gündemine bir bomba gibi düşmesiyle her şey bıçakla kesilmiş gibi ortada kaldı.

Geçtiğimiz yıllarda Emperyalizmin kendi elleriyle besleyip azdırdığı dinsel ve etnik irtica çeteleri, Türkiye’de, bekledikleri etkinliği gösterememişlerdi. Yabancı banka ve şirketlerle ortak yerli holding ve şirketlerin elindeki ekonomi-politik iktidar, tüm halkımıza ve ülkemize karşı yürüttüğü sınıfsal çıkar ve sömürüye dayalı “iç savaş”ı günlük malzemelerle gizlemekte artık zorlanıyordu.

Uluslararası finans-kapitalin Türkiye Masası’nın yürüttüğü bu “iç savaş”, hem kamufle edilmek, hem daha da ağırlaştırılmak, hem de halkımızın sindirilmesi için dönem dönem, dünyadaki gelişmeler de gözönünde tutularak, bir “dış savaş”la desteklenmek istenmektedir. Avrupa finans-kapitalinin Türkiye üzerindeki etkinliği son aylarda iyice azalmış, Amerika ve İsrail’in etkinliği ise, yüzyılın başındaki manda, sömürge şartlarını bile geride bırakarak, tarihte eşi görülmemiş boyutlara tırmanmıştır.

Buna paralel olarak, daha çok CIA ve MOSSAD’ın körüklediği “Yunan düşmanlığı”, gündemin ilk sıralarındaki yerini “İran düşmanlığı”na bıraktı. Bu bölgede çıkabilecek sınırlı çatışmalar bile, Kuzey Irak’ta “yeni bir İsrail”in kurulmasını kolaylaştıracak, Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin sınırlarının değiştirilmesi ve parçalanmaları gündeme gelebilecektir.

Diğer taraftan, buna paralel olarak da, “demokratik parlamenter yollar”la “iş”in alt yapısı oluşturulmakta, tahkim, sosyal güvenlik yasası gibi “mahkumiyet”lerle birlikte YERİNDEN-YEREL YÖNETİMLER YASA TASARISI da gündeme getirilmektedir.

İşte böylesine kritik bir dönemde, işçi sınıfımız, kamu çalışanlarımız ve diğer halk kesimlerimiz, oldukça derli toplu bir şekilde eyleme geçmişken fay patladı, deprem gerçekleşti, Özgür Eser’in dediği gibi “mertlik bozuldu”...

Bize “deli” diyebilirsiniz! Hatta konuyu açtığımız bir dostumuz; “Elimizde hiçbir belge yokken bunu söylemek, bizim etnik ve dinsel irtica hakkında dediklerimizin doğruluğunu da tartışılır kılar. İnsanlara; ‘bunlar, ayaklarına taş değse Amerika’dan bilecekler’ dedirtmeyelim” dedi. Ama şu soruyu tüm uzmanlara ve bilim adamlarına yöneltmek istiyoruz: Bugün, ışınla böbrek taşı kırmak, derin dokulara ameliyatsız ulaşıp kanser hücrelerini kazımak vs. olanaklıdır. Gerilen veya sıkışan faylar, bugünkü teknolojiyle, dinamiti patlatmak için kullanılan manyeto etkisi yapabilecek nispeten kolay ve basit müdahalelerle kırılabilir ya da patlatılabilir mi? Bu “operasyon” nasıl ve nereden gerçekleştirilmiş olabilir? Uydu, uçak, gemi ya da denizaltı vs. Bu müdahaleler ışınla yapılabilir mi? Bu ışınlar çıplak gözle görülebilir mi?

En azından teorik olarak bu olası nedenle de gerçekleşmiş olabilecek olan depremin yıkımının ve kayıpların olağanüstü büyük olmasının nedeni açıkça belli oldu. Bireysel “özgürlük” demagojisiyle, kâr temeline dayanan inşaatların enkazları, emperyalist kapitalizmin sorunları nasıl çözdüğünü gösteriyor. Deprem sonrası yaşananlar, buna hizmet eden bir devletin ve onun hükümetlerinin gaflet, dalalet ve hatta hiyanetini gösteriyor.

“Kamusal Alan”; “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” anlayışının insafsızlığına terk edilemez. Sonra, “kamu” demek “devlet” demek de değildir. Doğal, ekonomik, sosyal ve politik, her türlü felakete karşı çözüm üretebilecek güç örgütlenmiş halktır. Emperyalizmin askeri ya da hisse senetli $galine de, TAHKİM’e de, işsizliğe de, pahalılığa da son verecek olan güç; depremin de, yangının da, selin, dolunun, fırtınanın da, erozyonun da zarar, kayıp ve etkilerini en aza indirecek olan güçtür örgütlenmiş halk. Devletin ulusal ve halkçı temellere oturtulması ve bu yapısının sürekli kılınması ancak, halk için, halk tarafından ve halkla birlikte kurulmuş örgütlerin eli ve aklıyla gerçekleştirilebilir. Halk içinde “kamusal - özel” ayrımı söz konusu olamaz. İşte gerçek kamusallığın ve ulus/halk-devlet olabilmenin koşulları... Son deprem ile, işte bu alanda ne kadar örgütsüz ve hazırlıksız olduğumuz belgelenmiştir.

Bütün toplumlar, hakettikleri yönetimler ve sistemler tarafından yönetilir. Biz; işçi, köylü, memur, aydın, küçük sanayici ve esnaf kesimlerinden oluşan halk olarak ne kadar örgütlü isek o kadar güçlü ve dirençliyiz demektir. Ekonomi-politik iktidar halkın elinde değilse bile, o halk örgütlüyse, her türlü sömürü ve felaketten en az etkilenir, kendi iktidarını kurması an meselesidir. Ekonomik, demokratik ve politik örgütlülüğümüzün nicelik ve niteliği, demokratik kitle-meslek örgütlerimizin yaygınlığı, etkinliği, bu yapıların iç örgütlülüğünün nitelik ve nicelik olarak durumu bizim gücümüzün somut göstergeleridir.

Konfederasyonlarımızın, sendikalarımızın, meslek odalarımızın, birliklerimizin, kooperatiflerimizin, derneklerimizin ismen ve tabela olarak var olması yetmez. Bu örgütlerin, doğal ya da ekonomik, sosyal ya da politik felaketlerin nedenlerini ve çözüm yollarını doğru teşhis edip kamuoyuna açıklamaları da yetmez. Demokratik kitle-meslek örgütlerimiz, birbirleriyle koordineli olarak, öncelikle üye ve ortaklarının olmak üzere tüm halkımızın hizmetine koşmalı, mevcut devletin olmadığı / bıraktığı yerden hatta hükümete rağmen tüm kamu hizmetlerini fiilen yürütmeli, devletin başına geçmelidir.

Tüm bu günlük işler yürütülürken, sorunun siyasi iktidar sorunu olduğu hiç unutulmamalı, öncelikle halkımızın gönlünde iktidar olacak, her an halkımızın günlük sorunlarının çözümü için düşünüp davranan insanlardan oluşacak halkçı bir parti yaşama geçirilmeden sonuca varılamayacağı artık anlaşılmalıdır.