Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

1919'LARDAN GÜNÜMÜZE HALKÇILIK PROGRAMI VE ANAYASA TARTIŞMALARI (2)

Yazar Vatan Postası
12 02 2007

TBMM'DE TARTIŞMALAR (1920 - 1921)

Meclis Anayasa Komisyonu sözcüsü Burdur Milletvekili İSMAİL SUPHİ (SOYSALLIOĞLU) BEY'in, 18 Kasım 1920 günlü Meclis oturumunda yaptığı aşağıdaki sunuş konuşmasıyla, Komisyon'un hazırladığı Anayasa Tasarısı görüşmeye sunuldu.

... Memleket devri inhitata (çöküşe) başladığından itibaren şu idare (hastalığı) an be an artmış ve eksilmemiştir. Bizde idare hastalığı muhtelif eşkal altında görülmüştür. Biliyorsunuz ki, idareye çaresaz olmak ve bünyei devlete ariz olan inhitatı izale etmek için Tanzimat Hayriye Kanunu ve Gülhane Hattı Hümayunu neşredilmiştir. Bugün aradan yarım asır, belki üç rubu (çeyrek) asır geçtikten sonra biz bunu memleketin şu idari hastalığına çaresaz olacak bir deva mahiyetinde görmüyoruz. Yani o zaman da teşhiste hata edilmiş, derdin ilacı, çareleri bulunmamıştır... Gerek Tanzimat devri olsun, gerek Devri Hamidi olsun, bize yalnız Avrupa'yı getirmek istemiştir. Fakat nasıl Avrupa'yı getirmiştir? Eşkâli zahirisini taklit ile memurları değiştirmiştir. Taklit olarak jandarma yapmıştır, taklit olarak umuru nafıa vs. yapmıştır. Binaenaleyh memleketin bünyei esasiyesini tetkik ile hastalığa hakikaten ilaç vermemiştir...

Türkiye köylüsü meşrutiyetten evvel ne ise yine o halde kalmıştır. Yine Türkiye köylüsünün başında jandarma, yine Türkiye köylüsünün başında bitmez tükenmez vergiler başlamış ve devam etmiştir. Türkiye Köylüsü yine Balkan'da, yine Karadağ'da, yine Şark Cephesi'nde, yine Yemen'de ölmüş, ölmüştür. Dahilde Türk köylüsü, Kürt köylüsü, alelumum bir memleketin köylüsü harap olmuştur. Jandarmanın kırbacı altında, memurun tazyiki altında, öküzünü satarak, teknesini satarak ölmüş, ezilmiş, harap olmuş, binaenaleyh 324 senesinde o kadar şâşalarla ilan ettiğimiz meşruti idareden köylü, halk hiçbirşey anlamamıştır. Sorunuz bu köylüye, sorunuz ahaliden herhangibirisine, sorunuz ki, 12 senelik devrei meşrutiyette ne anlamıştır? Anladığı, yalnız, yalnız düşündüğünü kahvede serbest söylemekten ibaret bir şeydir. (Güya) hafiyelik usulünü kaldırmıştır. (Ama) bu devrede pek az hüsnü idare görülmüştür. Bunda da hiçbir kimseyi muahaza etmiyelim (eleştirmeyelim)... Malumdur ki, hadisatı içtimaiye (sosyal olaylar) eşhası (kişileri), rüzgarın bir yaprağı alıp sürüklediği gibi sürükler...

Biliyorsunuz ki, Devri Meşrutiyette vakit vakit teşebbüsler oldu, İdarei Vilayet Kanunu ilan edildi ve bunu tevsi için (desteklemek için), nevahi (nahiyeler) idaresi için teşebbüsler vukua geldi, ve bazen, halka doğru sözler işitildi. Halkın ihtiyacını düşünmek... halkı anlamak, dinlemek, birlikte yükselmek emelleri baş gösterdi. Fakat bunlar ihtilal gulguleleri, harp topları arasında karıştı gitti. Hiçbir hasıl edemedi (sonuç alınmadı)... Bundan sınıfı münevveri de mesuldür, memurin sınıfı da mesuldür... Hem de bunlar memleketin asıl düşüncesiyle, ananatıyla (gelenekleriyle) mutabık bir surette yetişmemişti...

TBMM'DE TARTIŞMALAR (1920 - 1921)

Meclis Anayasa Komisyonu sözcüsü Burdur Milletvekili İSMAİL SUPHİ (SOYSALLIOĞLU) BEY'in, 18 Kasım 1920 günlü Meclis oturumunda yaptığı aşağıdaki sunuş konuşmasıyla, Komisyon'un hazırladığı Anayasa Tasarısı görüşmeye sunuldu.

ANAYASA TARTIŞMALARI

Arkadaşlar, bize (komisyonumuza) "Halkçılık Programı" namı tahtında, hükümetin takriben bundan iki ay evvel göndermiş (olduğu) ve tarafımızdan teşkil edilen encümeni mahsusun "Teşkilatı Esasiye Layihayı Kanuniyesi" namı altında Meclisi Alinize sevk ettiği kanun layihasının bugün müzakeresine başlıyoruz. Bu an memleketimiz idari ve siyasi tarihinde, hiç şüphesiz tarihi bir andır.

Memleketin dört tarafı ateşe verilmiş olduğu sırada, beş altı cephede birden muharebe ettiğimiz bir sırada, Meclisi Alinizin bu kadar mühim bir kanun layihasının müzakeresine başlamış olmasından dolayı bendeniz sizlerle müştereken kendimi bahtiyar addederim. Böyle bir anı idrak edebildiğimden dolayı Allaha hamd ve şükür ederim. Bu an, tarihi idari ve siyasimizde o kadar mühimdir. Biliyorsunuz ki, bu memleketin öteden beri bir hastalığı vardır. Bu hastalık, şu idare hastalığıdır. Memleket devri inhitata (çöküşe) başladığından itibaren şu idare (hastalığı) an be an artmış ve eksilmemiştir. Bizde idare hastalığı muhtelif eşkal altında görülmüştür. Biliyorsunuz ki, idareye çaresaz olmak ve bünyei devlete ariz olan inhitatı izale etmek için Tanzimat Hayriye Kanunu ve Gülhane Hattı Hümayunu neşredilmiştir. Bugün aradan yarım asır, belki üç rubu (çeyrek) asır geçtikten sonra biz bunu memleketin şu idari hastalığına çaresaz olacak bir deva mahiyetinde görmüyoruz. Yani o zaman da teşhiste hata edilmiş, derdin ilacı, çareleri bulunmamıştır... Gerek Tanzimat devri olsun, gerek Devri Hamidi olsun, bize yalnız Avrupa'yı getirmek istemiştir. Fakat nasıl Avrupa'yı getirmiştir? Eşkâli zahirisini taklit ile memurları değiştirmiştir. Taklit olarak jandarma yapmıştır, taklit olarak umuru nafıa vs. yapmıştır. Binaenaleyh memleketin bünyei esasiyesini tetkik ile hastalığa hakikaten ilaç vermemiştir...

Türkiye köylüsü meşrutiyetten evvel ne ise yine o halde kalmıştır. Yine Türkiye köylüsünün başında jandarma, yine Türkiye köylüsünün başında bitmez tükenmez vergiler başlamış ve devam etmiştir. Türkiye Köylüsü yine Balkan'da, yine Karadağ'da, yine Şark Cephesi'nde, yine Yemen'de ölmüş, ölmüştür. Dahilde Türk köylüsü, Kürt köylüsü, alelumum bir memleketin köylüsü harap olmuştur. Jandarmanın kırbacı altında, memurun tazyiki altında, öküzünü satarak, teknesini satarak ölmüş, ezilmiş, harap olmuş, binaenaleyh 324 senesinde o kadar şâşalarla ilan ettiğimiz meşruti idareden köylü, halk hiçbirşey anlamamıştır. Sorunuz bu köylüye, sorunuz ahaliden herhangibirisine, sorunuz ki, 12 senelik devrei meşrutiyette ne anlamıştır? Anladığı, yalnız, yalnız düşündüğünü kahvede serbest söylemekten ibaret bir şeydir. (Güya) hafiyelik usulünü kaldırmıştır. (Ama) bu devrede pek az hüsnü idare görülmüştür. Bunda da hiçbir kimseyi muahaza etmiyelim (eleştirmeyelim)... Malumdur ki, hadisatı içtimaiye (sosyal olaylar) eşhası (kişileri), rüzgarın bir yaprağı alıp sürüklediği gibi sürükler...

Biliyorsunuz ki, Devri Meşrutiyette vakit vakit teşebbüsler oldu, İdarei Vilayet Kanunu ilan edildi ve bunu tevsi için (desteklemek için), nevahi (nahiyeler) idaresi için teşebbüsler vukua geldi, ve bazen, halka doğru sözler işitildi. Halkın ihtiyacını düşünmek... halkı anlamak, dinlemek, birlikte yükselmek emelleri baş gösterdi. Fakat bunlar ihtilal gulguleleri, harp topları arasında karıştı gitti. Hiçbir hasıl edemedi (sonuç alınmadı)... Bundan sınıfı münevveri de mesuldür, memurin sınıfı da mesuldür... Hem de bunlar memleketin asıl düşüncesiyle, ananatıyla (gelenekleriyle) mutabık bir surette yetişmemişti... Biliyorsunuz ki, Tanzimatı Hayriye medrese ile mektebi fena surette ayırarak bu memlekette içinden çıkılmaz bir hal ihdas etmişti (yaratmıştı). Biri Şarka biri Garba bakar...

Avrupa'nın da bize asla rahat vermediğini söylemeliyiz. Memurin sınıfı; bu memlekette kendilerinin adeta, idareye min tarafı Allah müekkil olduklarına kani idiler (Allah tarafından tayin olduklarına emindiler), ve köylünün üzerinde kendilerinin bir hakkı amiriyet sahibi olduklarını (emir verme hakkına sahip kumandan olduklarını), bu olmazsa memleketin idare edilemeyeceğini her zaman söylemişlerdi...

Köylüye gelince: Daima işittiğine ademi itimat hasıl ederek, ademi itimadı kendisince asıl telakki ederek, "dur bakalım sonu ne olacak" diyerek boynunu bükmüş, cesur, mütevekkil beklemiştir.

Devri Meşrutiyetle dahi köylü aynen böyle buldu, ve bugüne kadar da böyledir. Bunu itiraf etmeliyiz ki derdin devasını bulalım!

Nihayet efendiler, mütareke ilan edildi. Mütareke Meclisi Alinizi burada (Ankara'da) toplamıştır. Mütareke fezayihi (korku ve boşluğu), bize icbar edilen (dayatılan) muahedenin (Sevr anlaşmasının) zalim, katil ahkamı, Meclisi Alinizi buraya toplamıştır.

Biz burada esasen bu inkılap için toplanmadık. Esas itibariyle bir müdafaai meşrua için toplandık. Cihanşumül bir müdafaa için, hakkı hayatımızı, bütün dünya denizler gibi üzerimize gelse bile, yine müdafaa için toplandık. Azim ve ısrarla toplandık. Fakat efendiler, burada toplandıktan sonra gördük ki, bu memleketi zaafa sürükleyen yalnız tesiratı hariciye değildir.

Memleketin (içerdeki) illetlerinin, dahili sui idarenin büyük bir tesiri vardır. Gözümüzün önünde akan kanların, yıkılmış yuvaların, köylülerin eninlerinin (acı ile inlemelerinin) tesiriyle, kendiliğimizden ıslah ve inkılap zaruretini anladık ve yeni bir idare kurmak için bir takım istihzarat (hazırlıklar) yapmağa başladık. Binaenaleyh bugün, Meclisi Aliniz müdafaa için toplanmış olmakla beraber, bu memleketi, bu milleti yaşatmak için en iyi esas nerede ise onu bulmağa ve ledelhace herşeyde (gerekli herşeyde) inkılap yapmağa, herşey, herşey yapmağa karar vermiştir. İşte hükümetin Halkçılık Programı (adı) altında Meclisi Alinize sevk ettiği program bu fikirlerin mahsulüdür.

Ben diyemem ki, biz hiçbir taraftan mülhem olmadık! (ilham almadık) Belki Şarkta, Rusya'da patlayan inkılabın bizim üzerimizde tesiri olmuştur. Belki Harbi Umuminin her millette, her milletin mazlum sınıfında, emin olunuz efendiler, her millet iki sınıftır. Biri idare edenler, diğeri edilen mazlum sınıftır. Her milletin mazlum sınıf hakkında doğurduğu haleti ruhiyesinin de bizim üzerimize tesiri olmuştur. Eğer bu memleketin eski toprakları bütün vüsat ve şümulü ile baki kalsaydı yine bu memleketi hüsnü idare için, yine idarede inkılap yapmak için çalışmağa mecburduk. Kim inkar edebilir ki, bizim katilimiz olmağa ahdetmiş olan Avrupa Devletleri bugün deseler ki, bütün muahedatı kaldırdık, size yine tekmil hudutlarınızı, eski imparatorluğunuzu Rumeli'yi, Adana'yı, Trablusgarb'ı, Adaları verdik! Biz yine kendimiz düşüneceğiz. Buraları nasıl idare edeceğiz? Ve ne şerait tahtında idare edeceğiz, nasıl kuvvetleneceğiz? Binaenaleyh efendiler, emin olunuz ki, memleketin bu harpten çıkması, ihtilal, mücadele, müdafaa halinde bulunması dahi bize memleketteki şu idareyi unutturmayacak şeylerdir. Esas düşüncemiz, bu sui idareyi kaldırmaktır.

Efendiler, şu noktaları arzettikten sonra Encümenimizin hükümetin programı müzakeresinde kendisine varit olan fikirleri, mülahazaları, müzakereleri muhtasaran nazarı alinize arzedeceğim. Bittabi maddelerin müzakeresi sırasında bendenizden talep buyurduğunuz izahatı da yegan yegan veririm.

Efendiler, hükümetin bize gönderdiği halkçılık programı, birisi maksat ve meslek, birisi mevadı esasiye ve idariyesidir. Maksat ve meslekte, birinci madde efendiler, Meclisi Alinizin yemin ettiği ve esas teşekkülü teşkil eden gayeden bahseder. İkinci madde TBMM, emperyalizm ve kapitalizme düşman olarak, ancak bunlarla mücadele sayesinde idare ve hakimiyetin hakiki sahibi olmak gayesinin hasıl olacağı kanaatı söylüyor.

Üçüncü madde dahi yine sırf emperyalizm ve kapitalizmle mücadele ederek kendisinin sahip olduğu orduyu yaşatmaktan bahseder.

Dördüncü madde dahi yine halkın iktisadi ve bilcümle maddi hayatında naili refah olması esbabının istihzarından bahseder...

Milli hudutlarımız dahilinde kalmak istiyoruz. Zulme, tahakküme karşı isyan ediyoruz...

Mevadı Esasiyeye gelince, efendiler, mevadı esasiyede Encümenin en mühim tadili, temsil mesleği meselesidir. Efendiler, mevadı esasiyede Heye'ti Alinize birinci olarak takdim ettiğimiz, "Hakimiyet bila kaydı şart milletindir" maddesini bu kürsü üzerinde okumaktan fevkalade iftihar ediyorum, ve diyebilirim ki hayatımın en kıymetli anı bu andır. Çünkü, bu maddeye muadil millet bu kadar kan aktığı halde, daha böyle bir satır yazı hiçbir yerde görmemiştir.

Bu şeref Meclisi Alinize nasip oluyor ve böyle kıymetli bir maddenin vazıı (yaratıcısı) bulunuyorsunuz. Eski kanunu esasiyi baştan aşağı tetkik ediniz. Hakimiyet bila kayduşart milletindir, diye bir satır yazıya tesadüf edemezsiniz ve hatta bu maddenin ruhuna muadil değil, buna yakın bir satır yazıya bile tesadüf edemezsiniz. Binaenaleyh, bu esas sizce bilfiil tatbik edilen esastır, ve elbette tarafınızdan kabul edilecektir.

Yalnız dördüncü maddede biz size "temsili mesleği usûlü"nü takdim ediyoruz. Biliyorsunuz ki, efendiler, bizde şimdiye kadar cari olan usûlü intihap (seçim) iki dereceli idi. İki dereceli intihap yeni bir usûl intihap değildir, ve ellibin nüfus üzerinedir. İntihabı düşünecek olursanız, intihap hakkı, hayatı ameliyede olduğu gibi veya mümkün olduğu kadar hayatı ameliyeye karip (bağlı) bir surette küçülterek meclise nakletmek demektir. Ne kadar hayatı ameliyeye muaffık (uygun) olursa, intihap o kadar hakikata mutabık (yakın) ve adalete muvafık (uygun) olur. Binaenaleyh efendiler, ne iki dereceli intihap iyidir, ne de üç dereceli intihap hakikata mukarindir (ulaşandır)...

Şimdiye kadar bu memlekette teşekkül eden meclisler, daima güzideler sınıfından teşekkül etmiş meclislerdir. Halktan kimse gelemiyordu. Binaenaleyh bidayeti emirde (ilk iş olarak) Encümen, temsili meslekiyi intihabatta esas olarak kabul etmeye karar vermiştir. Hükümet bize gönderdiği programda da temsili nisbiyi kabul ediyordu. Encümen düşündü, ne şekil intihap kabul edelim? Alelade, doğrudan doğruya bir dereceli intihap mı yapalım, yoksa temsili meslekiyi mi kabul edelim? Biliyorsunuz efendiler, bir dereceli intihapta ekalliyetin (azınlığın) ekseriyete (çoğunluğa) tahakkümü ihtimali pek çoktur. Çünkü nihayet ekseriyetle intihap edileceğine göre, bir liva halkının adedi nüfusuna nazaran cüz'i bir ekseriyetle vilayet namına bir mebus gelmesi ve burada vekil olarak bulunması ihtimali pek varittir (olanaklıdır).

Halbuki, bu doğru birşey değildir. En doğru olanı; halkı, hayatı ameliyede olduğu gibi mümkün olduğu kadar hayatı umumiyeye muvafık surette meclise nakletmektir. O halde hayatı ameliyede halka bakıyoruz, neler ile meşguldür? Bizim memleketimizde Avrupa derecesinde taksimi imal (üretim bölümleri), Avrupa derecesinde sanayi yoktur. Fakat her halde, herkes çalıştığına nazaran, hazır yiyiciler yine ekalliyeti teşkil ettiğine nazaran, bu memlekette adedi nüfusun inkısam ettiği derecelerde herhalde pek çok meslekler vardır. Binaenaleyh efendiler, temsili mesleki üzerinde encümen pek çok uğraştı ve en muvafık bunu buldu...

Efendiler, en hakikata muvafık olarak, hayatı ameliyede halk nasıl taksimi amele inkısam etmişse, Encümen de bu suretle bunun Meclise naklini düşündü, ve bu esasta karar kıldı. Hem temsili mesleki, hem de bir dereceli intihap. Bunlar, bilirsiniz ki, ilmi meselelerdir... Biz sade esası vaz'ettik; ve dedik ki; Büyük Millet Meclisi, vilayetler halkınca meslekler erbabı temsil edilmek üzere, doğrudan doğruya müntehip azalardan mürekkeptir...

Sonra efendiler, Encümenimiz böyle meslekler esası dairesinde intihabat neticesinde Büyük Millet Meclisi'nin gayet kalabalık olacağını düşünerek, bunun için iki aylık bir kongre halinde içtima etmesini kabul etti. Bu Meclis memleketin dahili ve harici işlerinde fikrini izhar ederek (açıklayarak) ana hatlarını çizecek, ondan sonra gidecek! Onun yerine kalacak musaggar (küçültülmüş) bir meclis daimi surette hey'eti icraiye mahiyetinde çalışacaktır... Encümen, Büyük Millet Meclisinin reisini İcra Vekilleri Reisi (Başbakan) olmaktan ayırmak istemiştir...

İdari mevada gelince, idari mevadda dahi temsili mesleki esası Vilayetlerde kabul edilmiştir. Vilayetlerde dahi idare temsili mesleki esası dairesinde olacaktır. Bunu tatbikata alacak olursak, tabiatiyle halk kendi işine herhalde başkalarından ziyade vakıf olduğu için, her zanaat sahibi kendi işini diğerlerinden daha iyi bildiği için vilayetlerde arzu ettiğimiz terakki (ilerleme) ve refah-ı umumide inkişafat-ı seria (toplumsal refahın çabuk gelişmesi) vukua gelecektir. Binanaleyh vilayetlerde dahi o vilayet ahalisinin medarı tayiş ve iştigali (moral ve çalışma nedenleri) olan şeylere nazaran çiftçi, işçi, madenci, mesaliki hurre ve eshab-ı sanayi sahipleri (etkili meslekler ve sanayici önderler) ile iştirak edecek, halkın hayat-ı ameliyedekinin küçük bir numunesi olarak vilayet merkezine gelecek!

Ancak efendiler, şimdiye kadar memurun (bürokrasinin) idaresinden çektiğimiz fenalıklar yüzünden, (encümenimiz), memurun şekli idarei hazırasına (mevcut bürokratik idareye) resmen ilanı harp etmiş, vilayetlerde dahi memurinin teselsülünü (bürokrasi zincirini) ve memurin şebekesini kırmağa ahtetmiştir. Binanaleyh vilayetlerde memurların ancak mahallerinde halk tarafından intihab edilmesi ve bu suretle halkın doğrudan doğruya kendi işini kendi görmesi esası kabul edilmiştir... Binaenaleyh... halk iyi intihap etmişse, semeresini gene kendisi iktitaf edecektir (toplayacaktır).

"Semeresini iktitaf edecek" sözüne bilhassa nazarı dikkatinizi celp ederiz. Eğer iyi ekmişse iyi yiyecektir. İyi intihap etmişse iyi memur, işlerini görecektir. Eğer halk iyi intihap edememişse, bazılarımızın zannettiği gibi, halkımızda bu seviye hasıl olmamışsa, halkımız bunu tecrübe sahasında öğrenecektir. BUNUN BAŞKA ÇARESİ YOKTUR. NE VAKİT BAŞLAMIŞ OLSAK, GEÇ BAŞLAMIŞ OLACAĞIZ! HEMEN BAŞLAMALIYIZ, VAKTİ GELMİŞTİR. Halk kendisi intihab usulünü ve faidesini, mazarratını bilfiil tecrübe eder ve ameli tecrübeler her dersin fevkinde bir kıymeti haizdir.

Binaenaleyh efendiler, Encümeniniz, vilayetler meclisleri tarafından bir Hey'eti İcraiye intihap edilmesini ve o hey'eti icraiyenin reisi tarafından bilfiil valilik vazifesinin ifa edilmesini münasip görmüştür.

Ancak şu da var ki, vilayetler kendi başına bir devlet değildir. Amerika Hükümeti mütehaddimesi (birleşik devletleri) gibi değildir. Her vilayetin haiz olduğu muhtariyet mahalli işlere münhasırdır. Bu işler ki, yalnız o vilayeti alakadar eder, o işler o vilayetin işleridir. Binaenaleyh, jandarma gibi umumi asayişe taalluk eden, mesela şimendifer inşası gibi birden ziyade vilayeti alakadar eden, vergiler gibi yine devletin bünyei umumiyesine taalluk eden, askerlik gibi yine devletin esasatı teşekkülüne mübeyyin olan (kuruluş temelini oluşturan) esaslı mühim işler merkeze alınmıştır. Bunlar, merkezden gönderilen vali vasıtasıyla ruiyet edilir (gerçekleştirilir). (Vilayette) Meclisi İdarede, mesela küçük nafıa işleri, mesela bir kanal hafri, bir köprü inşası, sonra yine böyle maarif, orman vs. işleri, bunlar mahallerine bırakılmıştır. Yalnız büyük, devletin esas teşkiline ait işler tamamiyle merkeze alınmıştır. Yalnız merkezin, valinin bir vazifesi vardır ki, o da mahalli meclisin, devletin vezaifi umumiyesine taalluk eden işlere karıştığını görürse, mesela Antalya Vilayetinin meclisi umumisi kalkar da İtalya Devleti ile bir gümrük muahedesi akdine teşebbüs ederse, o zaman devletin esas vazifesini taalluk eden bir mesele olduğu için Vali bunu meneder.

Nahiye meselesinin de Encümence esası vazedilmiştir. Biliyorsunuz ki, nahiye meselesi bugünün meselesi değildir. İstanbul Meclisi Mebusanı senelerce bununla uğraşmış ve bugün elinize verilen nahiye mevadı, esasen İstanbul'un Meclis Encümenlerinde müzakere ve takarrür eylenmiştir. Bunlar, encümenimizde müzakere edilmiş ve kabul edilmiştir. Nahiye Meclisleri bundan sonra halk tarafından intihap edilecektir. Nahiye müdürleri, bittabi on, yirmi sene yerinde kalacak demek değildir. Nahiye müdürlerini intihap edenler, Nahiye müdürlerini elbette azil de edebilirler. Binaenaleyh efendiler, bazılarımızın izhar ettiği endişeye mahal yoktur. Şunu itiraf edeyim ki, her iptidai memlekette olduğu gibi, bizde de MÜTEGALLİBE (TOPRAK AĞASI-TEFECİ) sınıfı bulunduğu için bazı yerlerde, bazı daha uzak vilayetlerde mütegallibe, nahiye müdürlükleri elde ederek, -nasıl mahkeme azalıklarına girerek nüfuzlarını icra ettiriyorlarsa- yine imali nüfuz edeceklerdir. FAKAT HALKI YETİŞTİRMEK İÇİN AMELİ MEKTEP TERBİYESİNDEN (HAYAT OKULU EĞİTİMİNDEN) BAŞKA BİRŞEY YOKTUR. BUNA İMAN ETMEK LAZIM GELİR. Bugün oraya gönderdiğimiz 800 ya da 1000 kuruş maaşlı bir nahiye müdürü zaten orada erbabı nüfuzun elinde adi bir aletten başka birşey değildir. Binaenaleyh efendiler, halkın idaresini mahalline bırakmaktan başka çare yoktur. Sonra efendiler, bakınız size emsal tadat edeyim.

Diyarbakır Mebusu Kadri Bey arkadaşımız bize hikaye anlatıyordu. Diyarbakır veyahut Van tarafında, hatırımdan çıkmış, bir nahiye kendi kendisini idare etmiş! Hükümetin haberi olmayarak, hükümet oraya memur göndermemiş, o nahiye kendi kendisini idare etmiştir. Efendiler, ahiren (en son olarak) Adapazarı'nı size bir misal olarak gösteririm. Adapazarı bugün meddücezir halinde Türk ve Yunan orduları arasında kaldığı bir ileri bir geri hareket esnasında fevkalade mutazarrır olduğu (zarar gördüğü) için nihayet kendisini idareye karar vermiştir ve bugün pek güzel idare ediyor. Balıkesir Mebusu Vehbi bilirler, ve geçen sene bendeniz de şahit oldum, Balıkesir geçen sene mahalli idare tatbik etmiştir. İstanbul'dan gönderilen mutasarrıf şimendifere irkab edilerek (bindirilerek) geriye gönderilmiş ve Balıkesir kendisini gayet güzel idare etmiştir. Sonra efendiler, nazarı dikkatinize arz ederim. Mütarekeden beri öyle kazalar çıktı ki, efendiler, medarı iftiharımızdır. Tam 800 bin lira Müdafaai Milliye için para vermiştir. Yunan'a karşı müdafaa, mukavemet için böyle pek çok fedakarlıklar yapılmıştır. Bunu hükümet istemiş olsa idi, 7-8 yüz bin lira değil, 7-8 bin lira alamazdı. Bu azim (büyük) meblağa verdiren kuvvet, halkın kendisine malik olduğu, kendi idaresine malik olduğu fikrinden başka hiçbirşey değildir. Binaenaleyh efendiler, bu milletin kendisini idare etmesi vakti pek ala gelmiştir, ve kendisini idare edecektir. (ALKIŞLAR)

EĞER KENDİSİNİ İDARE EDEMEYECEKSE, ZATEN BİZ (DE) İDARE EDEMİYORUZ. ZATEN BİZİM EKSERİYETLE KÖTÜ MEMURLARIMIZIN ELİNDE ZEBUN OLMAKTAN İSE, KENDİ KENDİLERİNİ İDARELERİ BİN KERRE MÜRECCAHTIR.

Efendiler... memleketin vahdetini muhafaza için birşey düşündük. Yani Hükümet düşünmüş, biz de düşündük. İktisadi, coğrafi münasebetleri itibariyle memleketi bazı aksâma (kısıma) ayırarak, buralara birer Müfettiş göndereceğiz. Yani mesela, Aydın, Kayseri iklim itibariyle, vaziyeti coğrafyası itibariyle birer mıntıka teşkil edebilirler. Buraya bir müfettiş tayin edeceğiz. Konya, Ankara, mesela yayla mıntıka olmak itibariyle buraya bir müfettiş göndereceğiz. Encümen düşündü efendiler, bu müfettişlerin maiyetine, vilayetlerde bulunan memurları vereceğiz. Mesela bir vilayet merkezinde bulunan maarif müdürü artık vilayette bulunmayacaktır. Müfettişin maiyetinde bulunacaktır, ve müfettişin sahai teftişatı dairesinde bu vilayetin maarif memurunu teftiş edeceğiz. Binaenaleyh, efendiler, bir müfettiş ile maiyetinde mütehassıs bir takım müfettişler bulunacak demektir. Müfettiş hem Hükümeti Merkeziye ile Vilayet arasında sıkı rabıta tesis edecektir, hem de vilayetlerin, mahalli selahiyetlerine tecavüz edip etmediklerine bakacaktır. Eğer mahalli meclisler kendi selahiyetlerini tecavüz etmişlerse, yahut muhtacı irşat (bilgi, doğru yol) iseler bunlara nezaret edecektir.

Binaenaleyh efendiler, şu, hey'eti umumiyesi itibariyle zatı alilerine arzettiğim sair maddelerle, izah ettiğim kanun bir küldür ki, bu memleketin inşallah, halas (kurtuluş) gününü imzalıyacaktır. Halas gününün tarihi olacaktır. Bunu sizden istirham ederim ki, Büyük Millet Meclisi'nin namına layık vakar ve sükunetle, sabırla tetkik buyurunuz. Eğer Encümenin kusurları varsa nazarı müsamaha ile değil, nazarı rıfat (yüksek görüş) ve şefkatle mülayemetle (yumşaklıkla) görünüz (ele alınız). Biz birbirimizle anlaşalım. Bendeniz diyorum ki, bu mülk ve millete devri inhitattan (çöküşten) beri bu derece mühim esaslı şeylerle hiçbir meclis meşgul olmamıştır. Bundan dolayı sizleri tekrar tebrik ederken, tekrar rica ederim, vakar, sükun ile sinirlerimize sahip olarak, bunu bir an evvel çıkaralım. (ALKIŞLAR)