Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

BOMBALAR PATLASA DA, DEVLET ÇATIRDASA DA...

Yazar Vatan Postası Çalışanları
27 05 2007

Active Image

HALKÇI CUMHURİYET VE CUMHURİYETÇİ HALK KOLLEKTİF AKSİYONU BİR KEZ DAHA HAREKETE GEÇER...

HALK ORDULAŞIR, ORDU GENÇLİĞİ HALK(ÇI)LAŞIR

İŞÇİ SINIFIMIZIN, EMEKÇİ HALKIMIZIN VE ÜLKEMİZİN ÇIKARLARI; BİZİM YENİ BİRLİĞİMİZİN VE DEVLETİMİZİN TEMELİ OLACAKTIR.

Önce etnik denediler. Kimlik dediler, alt kimlik, üst kimlik, ezilen ulus, ezen ulus kimliklerini karıştırdılar... Bu arada dinsel ve mezhepsel kimlik dediler. Dinci, dinsiz, alevi, sünni, laik, antilaik kimliklerini karıştırdılar. Araya kadın kimliği, erkek egemen kimlik, eşcinsel kimlik, dönme kimliklerini serpiştirdiler.

Olmadı... Olmuyor... Sınıfsal parçalanmayı, zengin-yoksul çelişkisini, halkımızın ve ülkemizin ezilip sömürüldüğü gerçeğini gölgeleyemediler... Gölgeleyemiyorlar... Gölgeleyemeyecekler...

İşçilerin ve çalışanların özel-tüzel sektörde asgari ücrete mahkum edildiği, 20 milyona dayanan işsizlerin açlık sınırının çok altında süründürüldüğü, sigortasız çalıştırmanın kurumsallaştığı, sendikasızlığın sistemleştiği, tarımın ve köylü üreticilerimizin yok edilmeye çalışıldığı gerçekleri; öyle yüzeysel, zorlama gündem dayatmalarıyla olmamışa çevrilebilir mi? Çevrilemez.

Ancak “onlar” denemekten geri durmayacaklar. Son Ulus saldırısı bunun en açık belgesi.

Ortağı olduğu uluslarüstü yabancı banka-holdingin etnik kökenine göre ve o emperyalist güç odağına bağlı olarak çalışan yerli holding gruplarının siyasi-askeri-polisiye uzantısı en az 3 derin devletli “Türkiye Cumhuriyeti” tepede zaten paramparça... Tarih her zaman göstermiştir ki; devletlerinin parçalanması, hatta yokedilmesi, bizim gibi halkların ve üzerinde yaşadığımız vatanın da parçalanması, dağıtılması ve yokedilmesi anlamına gelmeyebiliyor. Yani yukarda devletin ele geçirilmiş olması, aşağıda halkın ve ülkenin de ele geçirilmiş ya da dağıtılmış olmasının bir ön şartı ya da olmazsa olmazı değil. Bir başka ifadeyle; devlet, uluslarüstü finans-kapitalin ve onun yerli ortaklarının tam denetimine geçmiş, onların küresel dayatmalarının bir basit uygulayıcısı konumuna indirgenmiş olsa bile; halk dağıtılmadan, birbirine düşürülmeden, dışardan bir "kurtarıcı" ya da manda yönetimi bekler konuma mahkum edilmeden ve onun üzerinde yaşadığı vatan fiilen işgal edilip tamamen teslim alınmadan, bu devletin ele geçirilmesi, hiçbirşey ifade etmeyebilir.

Hatta halkın ve ülkenin dağıtılıp parçalandığı hallerde bile bu herşeyin bittiği anlamına gelmez.

Bizi var eden yaşam enerjisi, bizi birlikte üretip birlikte tüketmeye çağıran tarihimizden gelen kollektif aksiyonumuz, bugünün sömürü ve baskı sistemine karşı içimizde yeşeren ve dışarıya vuran birlik, dayanışma ve yardımlaşma azmimiz ve dinamizmimiz bize yeter; yeniden ölümlerden doğmaya, yeniden, bu kez ele geçiremeyecekleri kadar BİZİM olacak olan HALKÇI DEVLETİ kurmaya... Onun için: 1996 yılından beri Kuvayi Milliye dergimizde ve Vatan Postası sitemizde haykırdığımız; halkın ordulaşması ve ordunun halk(çı)laşması, ne özelleştirme, ne bürokratik KİT’lenme; özerk-demokratik halk yönetimi programlı, başta işçi sınıfımız olmak üzere, memur, üretici köylü, esnaf, küçük sanayici halk kesimlerimizin temsilcilerinden oluşan yeni bir KURUCU MECLİS yaşama geçirilmeli.

Bu seçim sistemi, bu anayasa, bu partiler yasası ... ile her yıl seçim yapsak da ne demokrasiye ne de cumhuriyete ulaşabiliriz. Öncelikle, ekonomik ve sosyal adalete dayalı bir anayasayı yaşama geçirecek olan böyle bir Kurucu Meclis yaratmadan havanda su döver dururuz. Daha pek çok “Ulus saldırıları”, Şemdinli “baskınları”, Pop Gapon provokasyonları ile bir tarafta işsizlik ve pahalılık cehenneminde, diğer tarafta etnik-dinsel terörizm çapraz ateşinde yakılmaktan kurtulamayız. Sonunda malum birileri "kaç ben kurtarayım!" der, USA "our boys"ları sahne alabilir.

En son “Ulus saldırısı”, herkesin üzerinde birleştiği gibi bir “canlı bomba eylemi” olmayabilir. Orada ancak canlı bomba ile yaklaşılabilecek bir hedef yok. Eğer oradaki kalabalığın ortasında bomba patlatılmak isteniyorduysa, durağın arkasına bir paket bırakıp geçmek mümkünken neden canlı bomba? Ancak hedef Ulus’taki Atatürk heykeli ya da 1 saat sonra oradan geçecek olan ordu kurmayları ise, neden erken patlama yapıldı? Bombayı taşıyanın haberi olmadan, erken bir patlama mı gerçekleştirildi? Bu eylem, Irak’ın Kuzey’indeki kukla Barzani-Talabani çetelerinden başka kimin işine yarayabilir? Bir müddet önce Erbil’deki patlamaya karşı bir misilleme olarak mı gerçekleştirildi? PKK’nın çelişkili ifadelerinin ardında da Barzani-Talabani çetelerinin etkisi yok mu? Bu eylem ile Barzani-Talabani, bir taşla birçok kuş vurup, PKK’yı Türkiye’ye ve Dünya’ya hedef göstermiyor mu? PKK bölünmüşlüğünün ardında Barzani-Talabani çetesinin ve o çetenin etkisi altındaki DTP’nin rolü yok mu?

Şimdilik aklımıza gelen sorular bunlar. Tüm bu provakasyonlardan, 1919’ların azmi, kollektif aksiyonu ve örgütlenme dinamizmini, bu kez halk kesimlerimizin öncülüğünde birlik ve beraberlik içinde, halkçılık programı ile yaşama geçirerek kurtulabiliriz...

Lütfen Cumhuriyet mitinglerini değerlendirdiğimiz yazılarımızı ve “Uyarıya Naçizane Bir Uyarı” yazımızı okuyun.