Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

"BÜYÜK HESAPLAR" - "KÜÇÜK HESAPLAR"

Yazar Dr. Hikmet Kıvılcımlı
13 04 2007

20 Nisan 1971 Sosyalist Gazetesi

Türkçenin: "Köpeksiz köyde, değneksiz gezmek" diye bir atasözü vardır. Parababalarının, hele 1950'denberi iki ritmik saat düzenli onar yıldır süren DP ve AP iktidarları öyle vurgun yaptılar.

27 Mayıs, ordu vurucu gücü ile bir politika değişikliği getirdi. Ondan önce, parababalarımız, firavunlar çağından beri alıştıkları rahatlıkla "düşünceye kelepçe vurulur" prensiplerini "hür basın" sütunlarında açık saçık sergilemekte sakınca değil mutluluk duyarlardı. 27 Mayıs: Çok utangaç ergenlik çağı diliyle, "komünizme taşmayı önleyecek son bent" diye niteledikleri "sosyalizm" düşüncesine açıkça "müsaade", hele "teşvik" etmeseler bile göz yumdular.

Ancak, kısa günde, insana inilmezse, ne kanunun ve ne de anayasanın ülkeye hiç bir şey getiremeyeceğini bütün acılığı ile tattılar. Halk çocukları idiler çoğunlukla. Parababaları onların halkın içine girmemeleri, halkla kaynaşmamaları için, onları her şey yapmaya hazırdılar. Meclisler üstü yaptılar. Orada mumyalaştırmaya çalıştılar. Halk çocukları canlıydılar. Onları insanüstü yapabilseler, hepsinin ayrı Anıtkabirleriyle ülkeyi doldurabilirlerdi. Olmadı. Öldüremediler.

12 Mart, ordu vurucu gücü hangi politika değişikliğini getirdi? Önce 27 Mayıs'ın gölgesine: Anayasa'ya sığındı. 27 Mayıs'ta, eski anayasayı ordu hizmet kanunu maddesiyle savunmak için atılım yaptığını söyledi. Sonra eski anayasayı kaldırdı. 12 Mart'ın var olan anayasayı kaldırma niyeti açıklanmadı. Yalnız parlamentarizme mehil verdi. Parlamentarizm ise oy birliği ve işbirliği ile anayasayı kaldıracak darbeyi "Allah, Allah!" diyerek bekliyor.

27 Mayıs "komünizme taşmayı önleyecek son bent" olmayı öne sürmüştü. 12 Mart, daha ertesi gün: "Sosyalizme taşmayı önleyecek son bent" olmayı önerdi. Hiç değilse ilk uygulamayı o yönde başardı. Şimdi, 12 Mart kotarışını "kol kırıldı, yen için de" örterek: "Subayları" yahut "subapları" (ikisi de aynı şey) değiştirmek yoluna yöneldi. Finans-kapital böyle "subay" yahut "subap" istemiyor. Allahın işine nasıl karışılmazsa, parlamentonun işine de öyle karışılmamalıdır kanısında. Parlamento öyle insanüstü bir varlıktır ki, ona el kaldıran, önünde hemen secdeye kapanıp çarpılmalıdır.

Öyleyse, ne idüğü belirsiz "reformlar" görünüşü altında, sakro-sent parlamento niçin baskı altına alındı? Gerçekten "anayasanın emrettiği reformlar" özleniyorsa, hükümet programında niçin "genel lâf"lardan başka hiç bir şey yok? İş yapacak bir kabine o kadar çok soyut lâf etmez. Bütün söylenenler, hükümet programı da, başbakanın gazetelerde iki gün süren sütunlar ve sayfalar dolusu açıklamaları da, yapılmak istenenleri paravanlama havasını taşıyor.

En sonra, "Vehbi'nin Kerrâkesi" kaldırılınca, altında güçlükle saklanan finans-kapitalin gerçek yüzü çıktı. "Kerrâke" Vehbi'nindi ve Vehbi "Vehbi Koç"tu. "Koç Holding Otomotiv Grubu" Tarabya Oteli'nde bir "bayiler toplantısı" yaptı. Orada: "özel teşebbüs kesiminin tanınmış iş adamlarından Vehbi Koç" muhtıra'yı örten kerrâkenin (incemaksi'nin) ucunu kaldırdı. B. Vehbi'ye göre:

"Toplumun içine düştüğü bunalıma parlamento çare bulamayınca ordu muhtırası" verilmiştir.
"Bunalım" nedir? B. Vehbi: "İşçi-gençlik hareketlerine sağ-sol çatışmalarına" boş veriyor. Onu asıl üzen şey Demirel'ci "Ekonomik kararlardaki isabetsizlikler"dir. B. Vehbi asıl; "Hür teşebbüs nizamının yıkılacağından korktuğunu söylemiştir." (Gaz.,10/4/1971)

Koçların savundukları "hür teşebbüs" kimdir? Elbet tekelci parababalarının ezdikleri gerçekten serbest rekabetçi orta ve ufak "vahşi sermaye" değildir. Koç'un söylediği gibi:

"Türk toplumuna, mümkün olduğu nisbette ucuz fiyat ve yüksek kalitede mal ve hizmet sunmayı görev saymak"

Halkın gözüne kül serpen bir "lâf ola beri gel"dir. Çünkü, Türkiye'nin 73 bölgesinde 73 bayilik kuran ANADOL otomobilleri, ilk satışta 20 bin liraya çıkarılmıştı. Şimdi 60 bin lirayı geçti: Birkaç yıl içinde üç kat pahalılık. Finans Holding'leri için 20 yahut 60 bin lira "küçük hesap"tır. Parababalığı:

"Herkesin KÜÇÜK HESAPLARI bırakarak" asker usulü uygun adımla yürümesini bildiriyor.

Değer miydi "parlamentarizm"i o denli "emir eri" durumunda bırakmaya? Finans-kapital Amerikan efendileriyle kaynaştığı günden beri, bu çeşit tehlikeli perendeler atmayı denedi. Türk-İş'ten sonra Türkiye İşçi Partisi, ondan sonra sıra sıra keskin ve cici "sosyalizmler" tezgâhlayışları, en umulmaz alanlarda ona inanılmaz yararlar ve manevra elverişlikleri sağladı.

Mekanizmasının kilit noktaları tekelinde bulunan parlamentarizm ve ordu alanında mı manevralardan çekinecek? Hele şimdiki denli "BÜYÜK HESAPLAR" söz konusu ise, kapitalin göze almayacağı risk olamaz. Türkiye parababalarının uluslararası finans-kapitalle yaptığı "büyük hesap" nedir? Onu da "Vehbi'nin Kerrakesi" gizlemiyor. Bâyiler Toplantısı’nda iki "büyük hesap" kumarına oynadığını açıklıyor.

1- Yerli finans-kapitalin kıyasıya vurgunu "devlete" kaptırmamak,

2- Yabancı finans-kapital torbasında Türkiye devletini keklik etmek.

I- DEVLETÇİLİĞİMİZE HADDİNİ BİLDİRMEK: Üzerine finans-kapital şöyle diyor:

"Bugün tatbik edilen sistemde, ŞİRKETlerden alınan vergiler yüzde 71'e çıkabilmektedir. ŞİRKETLERİN en büyük ortağı DEVLETtir. Kazancın 3'te 2'sinden fazlası devlete, 3'te 1'i SERMAYEye kalmaktadır."

"Vehbinin Kerrâkesi" bundan daha açık saçık giyilemez.

II- DEVLETİ ORTAK PAZAR TORBASINA ATMAK: "Büyük Hesab"ını da şöyle yapmıştır:

"Ortak Pazar karşısında sanayimizin ayakta durabilmesi için, hızlı çalışmalar yapılmasını ve ayakta durabilecek SANAYİNİN TESPİT olunarak gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir." (10/4/1971)

ORTAK PAZAR nedir? Milli gümrüklerin kaldırılması, milli paraların bir tek "Avrupa parası"na dönerek yok olması. Tek sözle Türkiye devletinin ve vatanının Batılı emperyalist devletleri ve vatanlarıyla harman edilişidir. Finans-kapital: "Bu hesap tamamdır!" diyor. "Ortak Pazar’ın KARŞISINDA" olmak mıdır bu? Hayır. Böyle alângiritli konuşur. Parababaları "karşısındayım" der. İçine boylu boyunca girer. Girdiğimiz Ortak Pazar içinde "ayakta durabilecek sanayi" ister. Öteki "vahşiler" cehenneme!

O sanayi hangisidir? "Ortak Pazar" denilen altı Avrupa devletini ve milletini temelinden ele geçirmiş bulunan Amerikan U.S. tekelleridir. Koç Holding'ler, o Amerikan U.S. tekelci sermayesi ile en içli dışlı, can ciğer kuzu sarması "özel teşebbüs" atılımlarıdır. Hazır Amerikan üsleri ve tekelleri Türkiye'nin elini kolunu bağlamışken, bir manyak iktidarla bilinçsiz karşıtları kışkırtılarak toz duman kopartılır. O toz duman arasında "büyük hesaplar" oynanır.

Büyük oyun bu. Büyük oyun: Milli Kurtuluş Savaşı ile milli bağımsız bir devlet ülküsü kırk yıldır sürüklenmiş Türkiye'yi, dün savaştığı emperyalistlerin torbasına kesinlikle sokmaktır.

Hani ya vatan sınırlarına "komünistler" yahut "sosyalistler" düşmandı? 71 yıldır, her şey tersine döndü. Her ülkede vatan ve millet sınırlarını eritenler finans-kapitalistlerdir. Türkiye'nin parababaları bir çeyrek yüzyıl, Türkiye'nin ekonomi kaynaklarını kimseye sezdirmeksizin ele geçirdiler: O tekparti kuluçkalığı altında iyi başarıldı. Bir çeyrek yüzyıldır da Türkiye'nin politika subaşlarını, açıkça kestiler: O da çokparti altında yapılan demokratik kayıkçı döğüşü oldu.

Artık herşeyin olgunlaştığı kabul ediliyor. Mustafa Kemal gençliğe iki değişmez prensip anmıştı:

1- Cumhuriyet,

2- İstiklâl…

"Cumhuriyet" pekalâ, antika çağların Atina yahut Roma yahut Venedik kentlerinin "Cumhuriyet"lerine çevrilebilir. Finans oligarşisi saltanatı padişahsız da sürdürülebilir. Ama bağımsızlık dile kolay. Parlamento oligarşisi bile, silâh zoruyla yola getiriliyor. Ya o zorun örgütü olan ordu gençliği Vehbi'nin Kerrâkesini çakar da, Mustafa Kemal'in son sözünü hatırlarsa?

İşte, soyut "Atatürk reformları" ve "devrim kanunları" ile dolu, "partiler üstü" düşünce ve davranışlar onu önleme kaygısındadırlar. Onun için, sanki Türkiye'de hiç insan yokmuş gibi, insanların katılmayacağı, insanlara dışarıdan dayatılacak insansız hükümet programları ile "kamuoyu" oyalanıyor. Ve bütün nefes boruları bire dek boğucu gazlarla tıkanıyor. Biraz "aşırıca" cüret değil mi?