Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

SENDİKA BÜROKRASİSİ ve SOL

Yazar Aktaran: Müjdat Çalış
06 08 2007

Hatırlatmalar:

Biz bu yazımızda Tümtis-EMEP ilişkisini ve sol bürokrasinin tutum ve sınıf mücadelesi tarzını görünür kılmaya çalışacağız. Bunu yaparken de bizzat EMEP ve Tümtis içinden, örgütlenmelerine dair yaptıkları eleştirileri ve yakınmaları göstereceğiz. Bu değerlendirmelerin çok fazlaca yoruma ihtiyaç duyduğunu sanmıyoruz. Ele aldığımız materyal ise “Parti Kamuoyuna” başlıklı ve “Eylül 2005” tarihli dolaşıma sokulan bir metindir.

Metnin arkasında duranlar, kaleme alanlar ilk paragrafta ve sonuç bölümünde açıkça belirgin:

“Bizler, Tümtis’te yönetici, işyeri temsilcisi ve sendika üyesi onlarca partili işçi, uzun bir zamandan bu yana parti yönetimi tarafından sürdürülen karalama kampanyalarına maruz bırakıldık.”

“Tümtis’te yapılmakta olan yanlışlara ilişkin eleştirilerimizi ortaya koyduk. Bu yanlışlarda ısrar etmenin partiye (EMEP) ve sendikaya (Tümtis) zarar vereceğini anlatmaya çalıştık.”

“Karşı-devrimci, hain, gerici gibi ağır suçlamalara rağmen, devrimci inanç ve değerlerimiz, parti terbiyemiz gereği, örgüt işleyişine uygun davrandık; yazdığımız, söylediğimiz hiçbir şeyi ilgili parti organı dışına taşımadık, parti kamuoyu ile paylaşmadık. Çünkü eninde sonunda devrimci sağduyunun ve aklın mutlaka kazanacağını düşünüyorduk. Ancak parti hukukunu da hiçe sayarak bir çoğumuzu partiden ihraç ettiler. Disiplin kurulu kararı olmadan, yargılamadan cezalandırdılar. Bununla da yetinmeyip; dövmekle, kafa-kol kırmakla, kafamıza sıkmakla, ortalığı kan gölüne çevirmekle tehdit etmeye başladılar. Eş ve çocuklarımızı dahi tehdit ettiler.”

Buraya kadar her şey açık: Stalinizme özgü derin kanallardan yol alan ideolojik hattın tezahürleri ve parti/sendika ilişkisi içinde Stalinist bürokrasinin kendi unsurları da dahil olmak üzere kemirip yiyen, tüketen mekanizması. Eleştirilerinden dolayı atılan, ihraç edilen unsurların uğradığı ölüm tehditleri, katledilen Nakliyat-İş’e üye üç işçinin arkasındaki anlayışı göstermekle kalmıyor, aynı uygulamayı ve katli kendi unsurlarına da reva görebildiklerini gösteriyor. İleride doğabilecek muhtemel kanlı sonuçlara karşı durabilmek açısından da bu unsurların sesine kulak vermeyi ve duyurmayı ayrıca önemsiyoruz.

Topkapı Ambarlar:

“Topkapı Ambarlar’da yıllarca baş tacı yaptığımız ambar işçileri sendikaya savaş açmış, temsilcilik binası yüzün üzerinde işçinin saldırısına maruz kalmış, yaşanan olaylarda üç işçi ölmüş, onlarcası yaralanmış ve bin civarında işçi sendikamızdan istifa edip Nakliyat-İş’e geçmişti.”

“Topkapı olayları aynı zamanda parti için de ciddi bir darbe olmuştur. Ancak parti, böylesine tahrip edici bir etkisi olan bu sorunu değerlendirip gerekli sonucu çıkarmamıştır.”

“İşçilerin (Toplu İş Sözleşmesi) TİS sürecine dahil edilmesi, bilgilendirme toplantıları yapılması ve işçilerin taleplerinin dikkate alınması gerektiğini söylediğimizde (sendika başkanı) Sabri Topçu bizi ‘işçinin tepkisinden korkan sendikacılık yapamaz!’ biçiminde cevapladı. İşçileri, işçilerin taleplerini dikkate almamanın, işçiye rağmen TİS imzalamanın ağır faturasını bin civarında üyemizi kaybederek ödedik.”

“Parti yöneticileri söylediklerimizi dinleyip değerlendirmek yerine ‘Topçu’nun kafası bu kadar çalışmıyor mu?, ‘Bunları Topçu düşünemiyor mu?’, ‘Siz abartıyorsunuz, panikliyorsunuz’, ‘Sabri Abi, bir şey olmaz, bir şey yapamazlar diyor' rahatlığı ile karşıladılar. Bu kadar öngörüsüzlük, düşüncelerimiz karşısındaki tahammülsüzlük anlaşılır bir şey değildi. Topçu’nun belirlediği ve parti yönetiminin bize dikte ettiği ‘hiçbir şey olmaz’ tam bir fiyasko ile sonuçlandığında ise cesaretle sorumluluklarını açıklamak yerine hiç bir şey olmamış gibi davrandılar. Dahası, olayların sorumluluğunu, söyledikleri dinlenmeyen, önerileri dikkate alınmayan ve susturulan partililere yüklediler.”

“Bugün bine yakın Topkapı ambar işçisinin sendikamıza dönüşünün önündeki tek engel Sabri Topçu’dur. Ambar işçileri bunu, Topçu adına kendileriyle görüşen A.K ve G.F’ye bile söylemişlerdir.”

İşçilerden, tabandan kopuk bir “sınıf sendikacılığı”nın, aynı anlayışla malul bir parti güdümünde aldığı yol ve işçilerin kendi toplu iş sözleşmelerine bile dahil edilmelerinin önünde engel olduğunun belirgin bürokratik görüntüsü.

Tümtis Kongresi:

“Sendikanın kongresinden bir hafta önce 2 Aralık’ta (2004), Sabri Topçu, sendika muhasebecisi Fatma Subaşı’nı mali sekreterlik görevine getirmeye karar verdiğini söyledi. Fatma’nın sendikanın sorunlarına karşı duyarsız olduğunu, şube kongrelerine dahi katılmadığını, parti karşıtı olduğunu, sendika yöneticileriyle ve işçilerle sorunlu olduğunu ve yıllardır muhasebe görevini bile yerine getirmekten aciz olduğunu, ayrıca sendika üyeleri ve delegeleri dururken sendikanın muhasebecisinin mali sekreter yapılmasının doğru olmadığını, üyeleri ikna edemeyeceğini söyleyerek itiraz ettik. Kim
olursa olsun, üyelerimiz içinden önereceği birini tartışmasız kabul edeceğimizi söylememize rağmen Topçu, bu konudaki itirazları dikkate almadı ve ‘Fatma’nın adaylığına karşı çıkanların kendi listelerini hazırlamaları’ restini çekti. Parti üyesi başkanlar kurulu üyeleri, genel başkan Levent Tüzel’den randevu alarak partiye gittik. Genel Başkan'a Topçu’nun Fatma konusundaki ısrarını anlattık ve bu durumu üyelere izah edemeyeceğimizi söyledik.”

“8 aralıkta Ş, parti merkez irtibat bürosuna çağrıldı ve kendisinden kongrede aday olmaması istendi. Ş, doğru bulmadığını ancak karara uyacağını söyledi… Sendikada görevli biz partililer; sendika ile ilgili olarak alınan kararın bizimle tartışılmadığını, düşüncelerimizin alınmadığını, karar sürecine katılmadığımızı ve sendikaya bu tarzda müdahale edilmesinin doğru olmayacağını, kongreye üç gün kala böylesi bir kararla gelmenin doğru olmayacağını, bunu işçilere izah edemeyeceğimizi söyleyerek kararı eleştirdik.”

Metin bu noktada “parti ve sendika ilşkisinin nasıl olması gerektiği” konusunda Lenin ve Stalin’e göndermelerde bulunuyor:

“11 Aralık’ta sendika kongresi başladı. Ş’nin aday olmadığını öğrenen delegeler tepki göstermeye başladılar. Delegeler, Ş’nin aday olmamasının sorumlusu olarak gördükleri S. Topçu’nun konuşması sırasında kongre salonunu terk ettiler. Ancak Ş’nin ve diğer yöneticilerin çabası sonucu delegeler yeniden salona döndüler… S. Topçu’nun mali sekreterliğe aday gösterdiği Fatma, Topçu’nun ‘Fatma’ya oy vermeyen bana da vermesin’ çağrısına rağmen seçimi açık farkla kaybetti… S. Topçu soranlara ‘şerefsiz yoldaşlarım yüzünden’ diye yanıt veriyordu…

Direnişte olan işyerleriyle, örgütlenme çalışmalarıyla, sendikanın asıl sorunlarıyla ilgileneceğine, İstanbul şubeye savaş açtı. Şube yönetimini tanımadığını söyleyip, görevi bırakmaları yönünde baskı uygulamaya başladı.”

“Parti yöneticileri; ‘Tümtis’te Topçu ne derse o olacak. Topçu’nun her kararı, parti kararı olarak algılanacak!’ dediler.”

Metin, sonraki gelişmeleri 17 madde içinde anlatmaya çalışıyor. Hepsi de birer hotzotculuk timsali, bürokratik ve merkezi ayak oyunları, kumpaslar. Sadece birini örnek olarak verelim:

“Sendikanın İzmir ambarlarında çalışan ve yıllardır sendikamızın sayısız direniş ve mücadelesinde ön saflarda yer alan İstanbul şube yönetim kurulu üyesi olan E.Ç ile H.K’yi işten attırdı. Sendikaya gelen H.K’nin (ki kendisi kadın) üzerine yürüyerek dövmeye kalktı.”

Yani, yerini korumak ve sağlama almak için işbirlikçilik yapmaya ve işten attırmaya kadar uzanan bir sendika bürokratının uzun, ince partili yolu…

“137 delegenin imzası ile (210 delege var) olağanüstü genel kurul çağrısı yapıldı. Topçu, işveren sendikası başkanı ile birlikte işyerlerini dolaşıp (Bursa’da) imzaları geri çektirmeye çalıştıysa da bir başarı sağlayamadı.”

Parti ve Yöneticileri:

“Parti yöneticileri Topçu’yu tek karar ve otorite merci olarak tanıdı, koşulsuz itaat etmemizi istedi. Parti yönetimi sadece bunları yapmakla kalmadı:

*Önce pek çok arkadaşımızı haksız ve hukuksuz bir biçimde partiden ihraç etti.

*İşçileri ve sendika yöneticilerini tehdit etti.

*İşçilerin iradesine saygı göstermek yerine, olağanüstü genel kurulu her ne pahasına olursa olsun engelleyeceğini ilan etti.”

“Topçu ile aramızdaki anlaşmazlık, her ne kadar Fatma Subaşı sorunu olarak ortaya çıkmış ise de temelde ideolojiktir. Çatışma, burjuva bürokratik sendikalizm anlayışı ile sınıf sendikacılığı anlayışı arasındadır.”

Metni kaleme alanlar bir tepki refleksi ve hareketi niteliğinde soruna ışık tutuyorlarsa da, bütün bu yaşadıklarının halen duygusal olarak kopuşamadıkları Stalinist bürokratik parti anlayışından ve onun ideolojik olarak sendikaya yansımasından kaynaklandığını görebilmekten uzaktalar. Dolayısıyla da sorunun adını saf ve soyutça bir nitelemeyle “burjuva bürokratik sendikalizm anlayışı” olarak koyuyorlar. Solun başına bela olan bu illetin derin köklerine, halen alıntılarla gönderme yaptıkları Stalin’den ve onun ideolojik çerçevesinden dolayı inemiyorlar. Sorunun Stalinizm’den bağımsız olmadığını, görebilmekten uzak kalıyorlar. Sol içi şiddetin, tehdit ve cinayetlerin membağını bilmeden o acı suyu içip, ondan medet umuyorlar.

“İzmir’de, gece yarısı bir arkadaşımızın evinin önündeki kamyonetinin lastikleri bıçaklarla parçalandı, camları kırıldı. Olayı gerçekleştiren’“partililerin’ kimler olduğu tespit edildi.”

Sonuç:

“Yıllardır ateş hattında mücadele eden bizler, silahlı saldırılar ve kaçırılmalar da dahil her tür saldırıya göğüs gerdik. Parti basınında hep övgüyle anlatılan İzmir ambar işçilerinin direnişini örgütledik; İzmir sınıf hareketine önemli katkıları olan İzmir şubeyi mücadele merkezi haline getirdik; Gaziantep ambar işçilerini örgütleyerek Antep şubeyi kurduk; Bursa ambar işçilerini örgütleyerek Bursa şubeyi kurduk; Karadeniz şubeyi kurduk. Kurulu yerlere yönetici olarak tayin edilmedik. İşçileri örgütleyip şubeler kurduk ve işçiler tarafından yönetici seçildik. Hiçbir tehlike ve hiçbir bedel bizi mücadeleden alıkoymadı. Ama bugün dayatılan şey, sınıf kardeşinle, mücadele arkadaşınla ve yoldaşınla karşı karşıya gelmektir.”

Bu metin, içeriden bir yakınmanın sesi ve bir tür iç metin. İçeriği ise bir yerlerin içinde boğulup gitmesine göz yumulmayacak veriler sunuyor. Kol kırılır yen içinde kalır misali kırılan kafa, göz, kol, her ne ise görmezden gelinmemesini, geçiştirilmemesini gerekli kılıyor. Öldürülen üç işçiye sessiz kalınamayacağı gibi buna ve gelecek süreçlerde yaşanacaklara da sessiz kalmak düşünülemez.

Tabi asıl önemlisi ise, sınıf sendikacılığı adına işlenen cinayetlerin ve günahların sosyalizm mücadelesinde yarattığı tahribatların önüne geçebilmektir. Ardında yatan ideolojik zemine karşı mücadele etmektir. Sendika bürokrasisi işçi sınıfının pasıdır. Stalinist bürokrasi ise sınıf mücadelesinin bağrına saplanmış paslı bir bıçak…
(Ekim 2005 EZİLENLERİN KURTULUŞU / KASIM-2005 / SAYI: 24)