Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

AB'NİN "KALPAKSIZ KUVVACILAR" RAPORU (1)

Yazar Kalpaklı Kuvayi Milliye Dergisi
20 02 2007

(Kuvayi Milliye Dergisi Temmuz-Ağustos 2000 tarihli 23. sayısından)

“AB’nin Kemalizm Raporu” mu?

AB’nin “Kalpaksız Kuvvacılar” “Kemalist Sivil Toplum Kuruluşları” ile ilgili uyarılması mı? (1)

1- “Cumhuriyet” sadece “gazete” vermiyor…

“Yükselen Değerler”e, ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni” saldırısına, Emperyalist Avrupa Birliği Devleti’nin dayatmalarına, İsrail’in “gel birlikte sömürelim” siyonizmine karşı Cumhuriyetçiliği ve Cumhuriyeti savunamayan bir gazeteye sadece adı “Cumhuriyet” diye “Cumhuriyet gazetesi” demeye mahkum muyuz?

8 Temmuz 2000 tarihli söz konusu gazetede, 1. sayfadan, baş haber olarak, 5 sütuna “AB’nin Kemalizm raporu” manşetiyle Ankara Bürosu’nun hazırladığı bir “haber” yayınlandı. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından Necmi Erdoğan’a hazırlatılan “rapor” kastedilerek ve o “rapor”dan kırpıntı “alıntılar” yapılarak hazırlanan “haber”, ya “rapor” iyi okunup anlaşılmadan kaleme alınmış ya da bilerek eksik ve tahrif edilip saptırılarak yayınlanmış.

Söz konusu gazetenin;

* “rapor”da belirtilen çok önemli konulara hiç değinmeden,

* “rapor”un kaynaklarını, nerelerden alıntı yapıldığını belirtmeden,

* “rapor”un ana konusu olan “kemalistler”in devletle ve “STK” ile ilişki ve çelişkilerinden hiç bahsetmeden,

* gene “Rapor”daki ana temalardan biri olan kemalistler arası olumlu-olumsuz çelişkiler ve farklardan hiç söz etmeden,

* hele ki “rapor”un hangi amaca hizmet olarak hazırlandığı üzerinde hiç durmadan,

* özellikle son bölümde, laikliği öne çıkararak çağdaş bir sömürü düzeninden yana olanlarla halkçılığı ve bağımsızlığı öne çıkaranlar arasındaki farkın “yeni Atatürkçülüğü içerden böl”düğü ve bunun “1990’larda sosyal demokrat partilerin yaşadığı sürece benzer bir durum” olduğunu saptayan “rapor”un rapordan ziyade, bağlı bulunduğu “merkez”e içerden “bilgi ve akıl” verip “5. Kol” görevine soyunduğu gerçeğini belirtmeden,

* “rapor”un başındaki çok anlamlı İngilizce açıklamayı ve “rapor”un adı olan; “KALPAKSIZ KUVVACILAR: KEMALİST SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI” başlığını yok sayarak

nasıl ve neden böyle bir “haber” yapabilme “başarısı”nı göster(ebil)diğini, “haber”i, “rapor”un kendisine ulaştıktan ne kadar zaman sonra yaptığını hiç merak etmiyoruz…

2- ABD ve İsrail’den sonra nihayet AB de bir “Kemalizm” raporu hazırlatıp kemalizmin neresinden yararlanabileceğini araştırıyor.

Eh haksız sayılmazlar. ‘Our boys’dan ‘Clinton Atatürkçüleri’ne, Mason-Rotaryen kemalistlerden Müdafaa-i İsrail Hukukçuları’na kadar boy boy Amerikancısı, Siyonisti ortalıkta cirit atarken; İttihat-Terakki paşalarından, “Bisalman”a kadar deneyim ve birikime sahip “Alamancı Atatürkçüler” olamaz mı? M. Yılmaz’ın merkez sağı toplaması zor gözüküyor. CHP’yi İsrail sempatizanı masonlar dolduruyor. Almanya yaya mı kalsın bu yarışta? O da (geç de olsa) bir rapor hazırlatmış işte…

Geçen yüzyılın başında Türkiye üzerine hazırlattığı rapor doğrultusunda davranan İngiltere öncülüğündeki Avrupa, Çanakkale’den geçemeyerek Çarlığı kurtaramamış, gene aynı rapor gereği giriştiği Anadolu’yu işgal macerasında, diğer çapulcu ortaklarıyla birlikte hüsrana uğramış, bu rapor doğrultusunda davranan hükümet ve başbakanın siyasi yaşamları son bulmuş ve İngiltere’nin tüm bu başarısızlıkları, “Mr. Avrupa” sıfatını kaybetmesine baş neden olmuştu.

“İkinci Dünya Savaşı” sırasında da hakkımızda çeşitli raporlar hazırlatan her iki taraf Avrupa’ya bu raporları uygulama fırsatı vermeyen Türkiye Cumhuriyeti, sıcak savaş tehlikesini atlatmayı becermişti.

Şimdi yeni ve birleşik bir Avrupa emperyalizminin “Haçlı Saldırısı”yla karşı karşıyayız. Üstelik “2. Dünya Savaşı” sırasındaki gibi görece bağımsız bir iktidara da sahip değiliz. “Ahval ve şerait” tam da “1. Dünya Savaşı” öncesi Osmanlı’nınkini andırıyor. “İktidar sahipleri”nin “dalalet” ve “hatta ihanet”, içindeliği, “bedhahlar”ın işbirlikçiliği… biz bu filmi görmüştük dedirtecek cinsten. Şimdi durum daha da kötü. Çünkü Sovyetler Birliği yok! Çünkü Avrupa, Almanya’nın öncülüğünde birleşip domuz topu olmuş!

Helsinki kararları, Kopenhag kriterleri, gümrük birliği, MAI, MIGA vs. derken beylerin başını ağrıtan bir şeyler var ki “yahu neymiş şu Kemalizm? Sovyetleri 70 yılda hallettik. Kemalizmi daha 1930’lu yıllarda çözmeye başladığımızdan emindik. Nereden çıkıyor bu 27 Mayıslar, 28 Şubatlar… dinsel ve etnik bölücülüğe, ırkçı milliyetçiliğe karşı MGK kararları falan ne oluyor?” diye yeni yeni Türkiye (doğu) raporları ısmarlıyorlar.

Ancak bu son “rapor”un kendi “görev ve hizmet” mantığı içinde bile çelişkili ve eksik olduğu açıkça görülmektedir. Örneğin, “rapor”da, ulusal çıkarlarımızın İsrail’inkiyle aynı olduğunu ısrarla iddia eden Müdafaa-i Hukuk dergisi ve çevresi üzerinde son derece az durulması ve o dergiden hemen hiç alıntı yapılmamasının nedeni, “rapor”un AB (Almanya) tarafından ısmarlanmış olması mıdır? Böylesine “gerçekçi ve objektif” bir “rapor” ile Alman istihbaratı ne yapabilir? Üstelik İsrail istihbaratı özel olarak Almanya’nın, genel olarak da emperyalizmin Roma-Germen-Prusya-Anglosakson kökenli olanının Ortadoğu ve Avrasya ile ilgili askeri, ekonomik, kültürel (hıristiyanlık - ılımlı islam) ve siyasi planlarının ortaya döküldüğü raporları sağlı sollu tüm kanallardan yayınlarken, Almanya’nın bu “rapor işi”, Bavyera köylüsünün çakmaklı tüfekle tank saldırısına karşı durmaya çalışmasını andırıyor.

Daha “rapor”a başlarken;

“… günümüz Türkiye’sindeki karmaşık toplumsal-siyasal güç ilişkileri ve hegemonya mücadeleleri, Kemalist otoriterizmin bizzat sivil toplumda kurulacak bir hegemonyaya yönelmediği ölçüde başarı şansını kısıtlıyordu. İşte bu konjonktürde, devlet aygıtlarının milli birlik, Türk milli kimliği ve laiklik karşıtı tehditler karşısında takındığı otoriter tavır bizzat sivil toplumda yankısını buldu ve resmi otoriter Kemalizme sivil Kemalist bir “sağduyu” eşlik etti.”

derseniz; Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye’deki gelişmeleri ekonomik ve sosyal temelinden, halkımızın ve aydınlarımızın yeni dünya düzenine karşı yükselttikleri tepkilerden bağımsız, gerçekçi olmayan bir yöntemle ele almış ve yanılmış olursunuz. ADD’nin kuruluşu, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile eş zamanlıdır. 1989. O zaman henüz irticai faaliyetler 1995-96’daki kadar etkin ve yaygın değildi ve “laiklik karşıtı tehditler”e karşı “resmi otoriter Kemalizm”in “takındığı otoriter tavır”dan bahsetmek için zaman erkendi. Gene aynı dönemlerde önce Başbakan sonra Cumhurbaşkanı mevkiini işgal eden zat, açıkça federasyondan bahsedebiliyor ve Kuzey Irak’ta 1 koyup 3 almaktan dem vurabiliyordu.

Daha sonra; ANA-YOL dönemlerini, “O bana tak diye söyler ben de şak diye yaparım” diyen genel kurmay başkanlarının devr’i saadetlerini hep birlikte yaşamadık mı? O günlerde, hangi “resmi otoriter Kemalizm”in “takındığı otoriter tavır” ile “sivil toplumda” “sivil Kemalist bir ‘sağduyu’” oluştu? Cumhuriyet kurumlarının vurdumduymazlığıdır ki halkın ve kimi cumhuriyet kurumları içindeki duyarlı grupların harekete geçmesine neden olmuş olabilir. O başka bir olgudur. Yoksa, olmayan bir şey nasıl olur da canlı ve gerçek bir şey doğurabilir? İşte buna olayları başaşağı değerlendirmek, sebepleri sonuçlarla karıştırmak denir. Bu olsa olsa “Rapor”u hazırlayanın “Sivil Alafranga Tahayyül”üdür.

Zaten “rapor”un ilerleyen bölümlerinde, devlet ve cumhuriyet kurumları, etnik bölücülüğün ve irticai faaliyetlerin üzerine yeterince etkin gitmediği için “sivil inisiyatif”in öne çıktığı gerçeğinin altı çiziliyor. Yani “rapor kendi kendisiyle çelişiyor. “Rapor”da bu ve başka konularda birbiriyle çelişen birçok ifade ve hüküm var.

Evet, Türkiye’de halkın büyük çoğunluğu ekonomik ve sosyal gidişten son derece rahatsızdır. Buna bir de irticai faaliyetler ve ‘mikro-milliyetçi’ bölücülük eklenince siyasi partilerden, parlamentodan, bir çok devlet kurumundan umudunu kesen, onlara olan güvenini yitiren halk, kendi ceketini kendi biçmenin, geleceğine kendi eli ve aklıyla sahip çıkmanın yollarını aramaya başlamıştı. İşte bu arayıştan korkanlar, bu halk inisiyatiflerinin ve yurttaş girişimlerinin başını bağlamak üzere harekete geçtiler; “dipten gelen dalgayı” “regüle” edip uysallaştırmaya ve düzen çerçevesinde tutmaya çalıştılar.

Kuvayı Milliyeci olduklarını iddia eden kimi cumhuriyet kurumları içindeki halkçı güçler ise; ilerici, demokrat, devrimci, vatansever, gerçek milliyetçi ve halkçı güçlerin henüz kendi içlerinde dağınık ve güçsüz, halk içinde ise yeterince etkin ve örgütlü olmadıkları gerekçesiyle (belki de haklı olarak) böyle bir açık hesaplaşmaya sıcak bakmamış olabilirler.

Kimi “Baykuş”ların dört gözle beklediği Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Alevi-Devlet çatışmaları tüm provokasyonlara rağmen bir türlü çıkmıyordu. Ama tıpkı Amerika’nın Kuzey-Güney vatandaş savaşımı gibi, İspanya’nın iç savaşı gibi Türkiye’de de Cumhuriyetçi-İrtica(cı) çatışması halk içinde başlıyordu. O bir kez başlayınca işin nerelere varacağını tarih defalarca göstermiştir. Bu süreçte tüm ikili oynayanların, el altından irticayı besleyenlerin maskeleri düşer. Büyük kentlerdeki birkaç yüz kişilik banka-holding sahibi yabancı ortaklı finans-kapital çetesi ile Anadolu’daki birkaç bin kişilik para - toprak rantiye şebekesinin ittifakı yüzük taşı gibi açığa çıkar. Devrimciler, gerçek ilericiler gericilikle böyle bir açık hesaplaşmanın toplumu daima ileriye götürdüğünü bilirler. Statükoyu korumak isteyenler, tutucular ve gericiler böyle bir açık hesaplaşmadan hep kaçarlar. Tarihin gidişini yavaşlatmaya, saptırmaya, provoke etmeye çalışırlar. İşte bütün hikaye budur…

“Rapor”un tamamında;

* “kalpaksız kuvayı milliye”ciler ile “kalpaksız kuvayı milliye”ciler arasındaki çelişkiler;

* ÇYDD’nin “Cumhuriyet Ordusu” ile Kuvayı Milliye dergisinin “Halkın ordulaşması, Ordunun Halk(çı)laşması”, “Halkçı Cumhuriyet – Cumhuriyetçi Halk” parola ve programları arasındaki niteliksel farklar,

* sosyalist + (ve her Türkiye sosyalistinin, çağdaş ya da ortaçağ kalıntısı sömürücü sınıf ve tabakaların gerici ve faşist saldırılarına karşı, altı ok ve cumhuriyet prensiplerini canı pahasına korumak ve geliştirmek zorunda olduğu için) kemalist Kuvayı Milliye dergisi ile globalleşme ve küreselleşmeye sıcak bakan, ABD’ci, AB’ci ya da İsrail’ci dergi, gazete, yayın ve grupların arasındaki derin ayrımlar,

* yurtta ulusal, bağımsız, halkçı bir demokratik cumhuriyeti, dünyada mazlum halklar enternasyonalizmini savunanlarla, burnunu kapitalizmin ve ‘batı’nın lağım çukurlarından kurtaramayan, gözünü ‘batı’nın çöplük ve kanalizasyon “kanal”larından alamayan tanzimatçı - mandacı gruplar arasındaki belirgin farklar

açık seçik anlatılarak, AB’deki ağababalarına Türkiye’de kimlerle işbirliği yapabileceklerinin, hangi “radikal” grupların kemalizmi nasıl yerinden ederek eklemlemeye, (tanrı korusun!) nerelere vardırmaya çalıştıklarının “jurnalciliği” yapılıyor. Bu arada tecrit edilmesi gerekenler de lisan’ı münasiple “ilgililer”e bildiriliyor…

Tüm bu ayrıntılar ve ayrımlar, bilim adınaymış süsü verilen sözümona “objektif” bir söylemle sunulurken, bazı yerlerde, sanki başka bir rapordan ya da başka bir zamanda yazılmış araştırma ve değerlendirmelerden eklektik alıntılar yapılmış gibi; tüm “ulusalcıyız, yurtseveriz, halkçıyız, laiklikten yanayız” diyenler aynı çuvala doldurulup, değerlendirilmiş…

Böyle bir girişten sonra “rapor”u değerlendirmenize sunuyoruz. Dergimizi ilgilendiren ve önemli bulduğumuz kimi satırların altını biz çizdik.

KALPAKLI Kuvayı Milliye

This text has been drafted with financial assistance from the Commission of the European Communities. The views expressed herein are those of the beneficiary and therefore in no way reflect the official opinion of the Commission. Copyright reserved.

“KALPAKSIZ KUVVACILAR”: KEMALİST SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI

Necmi Erdoğan

Dr. ODTÜ, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

Türkiye toplumsal formasyonunun uzun zamandır içinde bulunduğu organik kriz hali, 1990’larda bir yandan Kürt sorununun depreşmesi ve öte yandan da İslami hareketin yükselmesi ile özgül bir evresine girdi. Bu sürecin bir parçası, devlet aygıtlarının birliğini ve iç tutunumunu sağlayagelen resmi Kemalist söylemin savunmacı-reaksiyoner ve otoriter bir tarzda yeniden öne sürülmesi oldu. Ancak, günümüz Türkiye’sindeki karmaşık toplumsal-siyasal güç ilişkileri ve hegemonya mücadeleleri, Kemalist otoriterizmin bizzat sivil toplumda kurulacak bir hegemonyaya yönelmediği ölçüde başarı şansını kısıtlıyordu. İşte bu konjonktürde, devlet aygıtlarının milli birlik, Türk milli kimliği ve laiklik karşıtı tehditler karşısında takındığı otoriter tavır bizzat sivil toplumda yankısını buldu ve resmi otoriter Kemalizme sivil Kemalist bir “sağduyu” eşlik etti. Nitekim, Türkiye 1990’larda çok sayıda Kemalist sivil toplum kuruluşunun (STK) kurulmasına, yayılmasına ve gelişmesine tanık oldu. Uzun bir liste oluşturabilecek Kemalist STK’lar arasında Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (CYDD), Atatürkçü Düşünce Vakfı, Atatürkçü Düşünce Toplulukları, Türk Kadınlar Birliği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Mustafa Kemal Gençlik Vakfı, 27 Mayıs Devrim Derneği, Çağdaş Toplum Platformu Derneği, Ankara Çağdaş Eğitim Vakfı, Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği sayılabilir. Bunlara Aydınlanma 1923, MK, Ulusal, Kuvayı Milliye gibi dergileri ve ADD’nin yayın organı olan Atatürkçü Düşünce dergisi ile derneğin şubeleri tarafından yayınlanan oldukça çok sayıda dergi veya bülteni de dahil etmek gerekir. Aslında bu anlayış, Cumhuriyet Halk Partisi’nde zaten temsil ediliyordu. Fakat hem CHP’nin zafiyeti ve yetersizliği ve hem “Atatürk ve Atatürkçülük karşıtı” tehditlerin gücü ve boyutlarına dair Kemalist algı böyle bir “sivil” inisiyatifin harekete geçirilmesine katkıda bulundu. Bu “sivil toplum” hareketi, “Atatürk milliyetçiliği”, “laiklik” ve “çağdaşlık” üzerine bina edilen Kemalist restorasyon projesinin kendine popüler rıza devşirmesi veya hegemonikleşmesini hedefledi. Bu bakımdan, Kemalizmin tarihinde görece yeni bir olgu olarak, klasik Kemalizme özgü modern devlet pedagojisine eşlik eden bir “sivil” Kemalist pedagoji geliştirilmeye çalışıldı.

Denilebilir ki, baskıcı devlet aygıtları yasal-kurumsal çerçevenin -laiklik, çağdaş yaşam, milli birlik ve Türk milliyetçiliği ekseninde- Kemalist bir restorasyonunu dayatırken, kendisine “sivil”, “popüler” bir toplumsal destek de bulmuştur. Bu derneklerin, düğüm noktalarını laiklik ve milliyetçiliğin oluşturduğu bir Kemalist hegemonya projesinin sivil tezahürleri ya da dayanakları işlevini nasıl ve ne ölçüde yerine geridikleri sorusu merkezi bir öneme sahiptir. Yeni Atatürkçü hareket, 8 yıllık eğitime destek ve milli bayram kampanyaları, eğitim seferberlikleri ve burslar gibi araçlarla yukarıda sözü edilen sivil Kemalist pedagojiye hizmet etmeye çalışmaktadır. Laiklik, çağdaşlık ve milliyetçilik temaları üzerinde yükselen sivil Kemalist hareketin çözümlenmesi, Kemalist hegemonik pratiklerin oluşum dinamiklerinin anlaşılmasına hizmet edecektir. Bu çalışmada, en büyük Kemalist STK’lar olan ADD ve ÇYDD üzerinde yoğunlaşarak, Türkiye’de son yıllarda oluşan yeni Atatürkçü dalganın sivil dayanaklarını oluşturan kuruluşların ve yeni Atatürkçü hareketin söylemsel konumunu ele alacağız. Yanıtını arayacağımız sorular, Kemalist STK’ların ve yeni Atatürkçülüğün Kemalist gelenek içindeki konumları, ne ölçüde sivil bir karakter arz ettikleri ve resmi Kemalizmin sivil bir izdüşümü olarak görülüp görülemeyecekleri, Kemalist restorasyon projesinin resmi ve sivil kanatları arasındaki ideolojik-politik süreklilik ve süreksizlikler ve konvansiyonel devlet / sivil toplum ayrımını içinden bölen konumları etrafında odaklaşacaktır.

“KEMALİST SİVİL TOPLUM”: ADD VE ÇYDD

Kemalist STK’ların ortaya çıkışı ve yayılması, cumhuriyetin kurucu ideolojisi olarak Kemalizmin hem devlet aygıtlarının birleştirici / eklemleyici ilkesini sağlamaktan uzaklaşması ve hem de devlet aygıtlarının etnik ve dinsel haretekler karşısında Kemalist siyasal projeyi yeniden öne sürmekte ve dayatmakta zayıf kalması karşısında gelişen sivil bir inisiyatifin ürünüdür. ADD, 1989 yılında M. Aksoy’un öncülüğünde, H. V. Velidedeoğlu, N. Fişek, B. Üçok, C. Gürkan, N. Kaymaz, S. Gürsoytrak, A. Çeçen, Ö. Ozankaya gibi “Kemalist aydınlar”, (öğretim üyeleri, eski bürokratlar, Milli Birlik Komitesi üyeleri vb.) tarafından kurulmuştur. İlk yıllarında kendisine ait bir bürosunun bile olmaması gibi durumlara da düşebilen, görece cılız bir örgütlenme olarak varolmuş, ancak 1990’lara hakim olan siyasal konjonktür sayesinde hızlı bir gelişme göstererek ülke çapında yayılmıştır. 450 şubesi ve 77 bin civarında üyesiyle, Türkiye’nin en büyük STK’larından biri konumundadır. (Ayrıca, Türkiye ADD’den bağımsız olmakla birlikte, çeşitli ülkelerde 30 civarında ADD vardır.) Dernek tüzüğünün 2. maddesinde açıklandığı haliyle, derneğin amacı Atatürk’ün ilkelerini, devrimlerini, “her türlü yeniliğe açık ve sürekli devrimi gerçekleştirecek nitelikteki” düşünüş sistemini, devrimlerinin “bugünkü sonuçlarını ve yarınlara doğal uzantılarını”, yapıtlarını ve toplumsal davranışlarını inceleme, araştırma konusu yapmak, bunları tehlikeye düşüren gerici adım ve akımlarla, yasalar çerçevesinde düşün savaşımı vermektir: “Başka bir deyişle derneğin amacı: Atatürk’e ve Atatürkçülüğe inananları bir araya getirerek, güç ve enerjilerini birleştirip, dinamik nitelikteki Atatürk Devrimleri doğrultusunda ve karşı devrimcilerin, Ulusun düşünce yapısında geriye dönüşe yönelik çaba ve girişimlerden Türk toplumunu korumak için, aydınlatıcı ve uyarıcı hizmetler verebilmelerini gerçekleştirmektir”(1) Dernek, Atatürkçülüğü yıpratmaya matuf “uydurma sentezlerle”, Atatürk’ü putlaştıran yozlaştırılmış Atatürkçülük anlayışıyla ve sahte bir Atatürkçülük retoriği ile kendine çıkar sağlamaya çalışanlarla mücadele etmeyi hedeflemektedir. Derneğin “Atatürk ilkelerinin, zihniyetinin, felsefesinin ve devrimlerinin özü”nü ortaya koyma ve savunma çabası, her şeyden önce bu özü bilme ve temsil etme iddiasını gösterir. ADD Genel Merkezi’nce düzenlenen Isparta Bölge Toplantısı Sonuç Bildirgesi’nde vurgulandığı üzere, dernek kendisini “sefaletle cehaletin boy ölçüştüğü karanlıkları” aydınlatmakla görevli addetmektedir: “Işığımız çetelerin, gericilerin, türbanı simgeleştirenlerin üzerinde olacaktır. Zira yarasalar karanlıkta gezerler, aydınlıktan korkarlar”.(2) Dernek, bu amaçla paneller, konferanslar, kurslar, konserler, yarışmalar vb. düzenlemektedir. Derneğin eğitime yönelik faaliyetleri arasında, Ankara’da ve İzmir’de açılan öğrenci yurtları, İskenderun’da açılan Atatürkçü Düşünce İlköğretim Okulu ve çok sayıda şube tarafından verilen öğrenim bursları sayılabilir. Ayrıca, dernek, Atatürkçü Düşünce konusunda araştırma yapmak üzere Atatürk Akademisi kurmayı da hedeflemektedir.

ÇYDD ise, T. Saylan öncülüğünde, ezici çoğunluğu kadınlardan ve yarıya yakını da akademisyenlerden oluşan bir kurcular heyeti tarafından, tıpkı ADD gibi 1989’da kurulmuştur. Derneğin halen 96 şubesi ve 16 bin civarında üyesi vardır. (Ayrıca, Amerika ve Almanya’da yurtdışı temsilcilikleri bulunmaktadır.) Dernek, amacını Atatürk ilke ve devrimleri ile gerçekleşmiş olan hakları korumak, geliştirmek ve yaygınlaştırmak, çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmak olarak tanımlar.(3) Bu çerçevede, evrensel insan haklarına saygılı, demokratik, laik bir toplum ve sosyal hukuk devleti düzeninin gerçekleştirilmesi, insan hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi ve çevre bilincinin yerleştirilmesi öncelikli hedefler arasında sayılır. Dernek, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmak ve genç kuşakların bilimsel, çağdaş ve akılcı düşünceyle yetişmelerini sağlamak üzere, çok çeşitli, kültürel, eğitsel, sosyal, ekonomik, sanatsal faaliyetler (okul, kurs, yurt, dershane, çocuk ve gençlik kulüpleri, kamplar, yayınlar, yarışmalar, ödüller, balo, kermes, konser gibi gelir sağlayıcı faaliyetler vb.) düzenler ve yasalarla ilgili öneriler geliştirir.(4)

Derneğin açtığı okul, merkez ve yurtlar arasında ÇYDD ve TÜRKÇAĞ’a yapılan bağışlarla inşa edilen ve iki bilgisayar sınıfı Valilik ve Beyazıt Rotary Kulübü’nün desteğiyle yaptırılan Atatürk Çağdaş Yaşam Çok Programlı Lisesi, Ferit Aysan - Çağdaş Yaşam İlköğretim Okulu, Bakırköy Şubesi tarafından “Atatürkçü, çağdaş kızlar”ın barınması için açılan Çağdaş Yaşam Mehmet Can Afacan Kız Öğrenci Yurdu, İzmir Şubesi’nin biri Belediye, diğeri Üniversiteye ait iki binada işlettiği kız ve erkek yurtları, “yaz ve kış okulları” adıyla düzenlenen, devlet okullarında çocuklara ve (‘“yerine göre”) velilerine dönük iletişim, kültür ve “öğrenmeyi öğrenme” ağırlıklı eğitim projesi, okuma yazma kursları, Öğrenci Konuk Evleri, çocuk ve kadın ağırlıklı eğitim ve beceri kurslarının verildiği Toplum Merkezleri ve Çocuk Kulüpleri sayılabilir. Derneğin yürüttüğü kampanya ve projeler ise şunlardır: 10 bin civarında öğrenciye burs sağlayan “Bir İşık da Siz Yakın” burs projesi, “Tunceli’de Bir Kızım Var Öğretmen Olacak” adlı Kız Çocuklarını Okutma Projesi, Halk Eğitim Merkezleri ile işbirliği içinde yürütülen Okuma-Yazma kampanyası, SHÇEK ve diğer kuruluşlarla birlikte yürütülen Sokak Çocukları Projesi, yaratıcı drama ağırlıklı ve ana, çocuk ve öğretmen eğitimini hedefleyen “Bireyin Kendisi, Gecekondunun Kenti ile Bütünleşmesi” projesi, Polis Eğitimi Projesi, Atatürk’ün Söylev’inin sahnelenmesini de içeren “Atatürk Devrim ve İlkelerini Tanıtma, Anlatma ve Yaygınlaştırma Projesi”, Milli Eğitim Bakanlığı ve Singer firması ile işbirliği ile geliştirilen ve bugüne kadar 60 bin kadının eğitildiği Kadınları Eğitme, El Becerisi Kazandırma ve Ürünlerini Değerlendirme (HEM) projesi, Kırsal Kesim Kalkınması - İdil projesi, Almanyalı Türk öğrencilere Atatürk devrim ve ilkelerinin anlatıldığı Almanyalı Türk Öğrencilere Uluslararası Yaz Okulu projesi, burslu üniversite öğrencilerinin eğitimini amaçlayan Deniz Yıldızı projesi, Köy-Kent Gençliği Elele projesi, Atatürk Araştırmaları projesi sayılabilir. Dernek, ayrıca, “Kırsal alan Kalkınmasında Sivil Toplum Kuruluşlarının, Valilik ve Kaymakamlıklarla İşbirliği” (1998) ve “Çağdaş Eğitimde Kültür ve Sanat” (1998) gibi sempozyumlar ve dil, belediyeler, çağdaş anayasa gibi konularda paneller düzenlemekte, eğitim amaçlı kitaplar yayınlamıştır. (KM: ‘yayınlamaktadır’ olacak)

ADD ve ÇYDD’nin faaliyetlerinin “renkliliğini” göstermek açısından şu örnekleri vermekte yarar var: ADD Samsun Şubesi, bir yandan köylülere Atatürkçülük konferansı verirken, bir yandan da sağlık taraması ve yardımı yapıyordu.(5) Akşehir Şubesi folklor ekibi kuruyor ve bağlama kursu düzenliyordu.(6) Bursa Şubesi, hukukçular ve sağlıkçılardan oluşan iki komisyonuyla hukuk danışmanlığı ve sağlık hizmeti veriyordu.(7) İzmir Karşıyaka Şubesi ise, öğrencilere burs ve kırtasiye yardımının yanısıra, Diş Hekimleri Odası ile işbirliği halinde ağız bakımı ve diş sağlığı eğitimi de veriyordu.(8) Narlıdere Şubesi ise 19 Mayıs haftasında halı saha futbol turnuvası düzenliyordu.(9) Ayrıca, ADD, Cumhuriyet Bayramı nedeniyle 337 şubesinde Atatürk’ün en sevdiği yemekler olan kuru fasulye, pilav, turşu ve hoşaftan oluşan bir mönü dağıtıyordu.(10) ÇYDD ise, “Cumhuriyet Bayramında birbirimize kart atalım” eylemi, “TIR’larla Cumhuriyet bayramı geçit Resmi”(11), Çağdaş Kahvehane Kitaplığı kampanyası(12), Toplu Nikah kampanyası(13), “Kırmızıda Dur” kampanyası(14) düzenliyordu.

Gelecek sayı devam edecek

DİPNOTLAR:

(1) ADD, Tüzük, 1995, madde 2.

(2) Cumhuriyet, 13 Mayıs 1998.

(3) ÇYDD, Tüzük, 1999, madde 3.

(4) A.g.y., madde 4.

(5) Atatürkçü Düşünce, Mart 1995, No. 11, s. 41.

(6) Atatürkçü Düşünce, Nisan 1995, No, 12, s. 44.

(7) A. T. Kışlalı, “Güzelliklerden Bir Demet”, Atatürkçü Düşünce, Ağustos 1997, No. 40, s. 8.

(8) Atatürkçü Düşünce, Temmuz 1998, No. 51, s. 36.

(9) Atatürkçü Dşüünce, Haziran 1996, No. 26, s. 44.

(10) Sabah, 29 ekim 1997.

(11) ÇYDD, 10. Yıl Özel Sayısı, Temmuz 1999, s. 4-5.

(12) A.g.y., s. 14.

(13) A.g.y., s. 19.

(14) A.g.y., s. 31.