Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

DELHİ'DE YIKIM VE KADINLAR: "ÖLMEK BÖYLE YAŞAMAKTAN İYİDİR"

Yazar Kalyani Menon-Sen (sendika.org)
11 09 2007

2004 yılı Ocak ayında, Delhi eyalet hükümeti turizm bakanı Yamuna nehri kıyısındaki 100 akr (404 dönüm) büyüklüğündeki toprak parçasını, belli başlı bir turist çekim merkezi olarak pazarlanacak, park ve çeşmelerle donatılmış bir nehir kıyısı yürüyüş alanına dönüştürme kararını açıkladı. Her ikisi de nehrin kirlenmesini engelleme konusundaki başarısızlıkları yüzünden Yüksek Mahkeme kararlarıyla yüz yüze olan Delhi eyalet hükümeti ve Delhi Belediye Şirketi (MDC) aynı zamanda Yamuna nehrinin kıyılarını “temizleme” işinde de ortak durumundaydılar. MDC’ye göre, Yamuna’nın kirlenmesinin başlıca nedeni, nehir kıyısında bulunan yasadışı enformal yerleşimlerin atıklarıydı.(1)
Planın açıklandığı dönemde, bu topraklar, bölgeyi otuz yılı aşkın süredir işgal etmiş bulunan Yamuna Pushta isimli “yasadışı” mahallede yaşayan 35 bin işçi ailesi; yani 150 binden fazla insan tarafından işgal edilmiş durumdaydı.

Nüfusun yüzde 70’den fazlası Müslüman’dı. Herhangi bir istatistik bulunmamasına karşın, araştırmacılar ve eylemciler burada oturan insanların çoğunluğunun gündelikçi işçiler; hamallar, çekçekçiler, temizlikçiler, paçavra toplayıcıları ve el arabası satıcıları gibi, Delhi’ye Uttar Pradesh, Bihar ve Bengal’den gelen göçmenler olduklarını doğruluyorlar. Önemli bir bölümü, Asya Oyunları sırasında inşaatçılar tarafından Delhi’ye getirilmiş ve Pushta’ya yerleştirilmiş olan inşaat işçileriydi. Ayrıca çöp toplama, seyyar satıcılık ve erzak satıcılığı gibi küçük girişimcilikle uğraşan az sayıda aile de mevcuttu. Bölgenin daha az sayıdaki, muhtemelen en eski sakinleri ise, kurutulmuş nehir yatağında sebze üreten çiftçilerden oluşuyordu.

Mahallenin yıkımıyla ilgili olarak MCD’ye, mahkemelere ve hatta devlet başkanına dilekçelerin verilmesi ve bunların reddedilmesiyle geçen yıkım öncesi süreç, kentin orta ve zengin sınıfları arasında bir fikir berraklaşmasına sahne oldu ki bu durum aslında “jhuggi-jhopi” [gecekondular ve geçici yerleşim] bölgelerinde yaşayanların şeytanlaştırılmasına odaklanmış bir kampanyanın sonucuydu. Yönetimdeki merkez Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) üst düzey yöneticileri eski mitleri canlandırıp resmi yaptırımlara kavuşturdular. Pushta sakinleri (çoğunluğunun seçmen olarak kayıtlı olmalarına ve karneye sahip olmalarına karşın) yasadışı Bangladeşli göçmenler; (hemen hemen hepsinin küçük girişimci ya da enformal sektör işçileri olmalarına karşın) dilenciler ve yarı suçlular; (çoğunun belediye çöpçüsü, çöp ve paçavra toplayıcısı olmalarına, yani kenti temiz tutmakla aktif biçimde uğraşmalarına karşın) kenti pisletenler olarak resmedildiler.
Eylemcilerin ve yargının yıkımlara karşı yürüttüğü protestolarsa, Bangladeşli yasadışı Müslüman göçmenleri oy deposu haline getirerek Delhi kentinin demografisini değiştirmeyi amaçlayan bir Kongre-I komplosunun parçası olarak sunuldu. Bu bölgelere götürülen herhangi bir sivil belediye hizmeti bulunmaması gerçeği ahlaksızca göz ardı edilerek, yasadışı yerleşim bölgelerine sağlanan belediye hizmetleri konusunda fırtınalar kopartıldı. MCD’nin, belediye hizmetlerinden yararlanan orta sınıf yerleşimlerinden topladığı vergilerle ilgili yolsuzluklar konusundaki sicili ve kent yetkililerinin yasadışı yerleşim bölgelerinden, su ve elektrik sağlanması “karşılığında” binlerce rupi topladıkları yerlerde geçerli olan yağlı rüşvet sistemi gibi gerçekler göz ardı edildi.
Mahallede yaşayan ailelerin yeniden yerleşime gönüllü olarak katıldıkları olgularca doğrulanmıyor. Çoğu, protestolar nedeniyle zora dayalı bir yıkımın gerçekleşmeyeceğine inanan mahalle sakinleri, hazırlıksız yakalandılar. Yıkım başladığında evlerindeki eşyaları ve malları bile boşaltamadılar. Birçok örnekte çocuklar ve yaşlılar evler yıkılırken hala içerdeydiler. Şimdi Bawana Yeniden Yerleşim Bölgesinde yaşayan Fatima, evi yıkılırken bir yaşındaki çocuğunun nasıl içeride uyumakta olduğunu bize anlattı. Fatima çocuğunu kurtarmaya çalışırken neredeyse hayatını kaybediyordu. Polis bölgeyi kordona aldı ve yıkımın başladığını duyarak işten mahalleye koşan erkeklere de ailelerine yardım etmeleri için izin verilmedi. Direnenler polis tarafından acımasızca dövülüp tartaklandılar. Kadınlardan ve çocuklardan ciddi biçimde yaralananlar oldu. Mahalle sakinleri eşyalarını kurtarmaya çalıştıklarında ise yıkılan bölgeler ateşe verildi. Şiddet, insanların evlerinin yıkıntıları arasından eşyalarını ya da bazı inşaat malzemelerini almaya çalıştıkları sırada da sürdü. İkisi intihar olmak üzere, en az beş kişi öldü.

Yazılı basının önemli bir bölümü tarafından coşkuyla desteklenen yıkım öncesi kampanya, mevcut sınıfsal ve komünal dar görüşlülükleri etkili biçimde güçlendirdi ve MCD, arazi piyasasında çıkar sahibi olan yerel siyasetçiler ve zengin mahallelerin sakinleri arasındaki bir ittifakın doğuşuna tanıklık etti. Bunlar mahalle yıkımlarını sadece Yamuna ve kıyısının “temizlenmesi”ne yönelik değil, ayrıca belediye hizmetleri üzerindeki basıncın ve suçun azaltılmasına yönelik bir girişim olarak da selamladılar. Mahalle sakinlerinin umarsız çabalarına, stk’lar ve mahalle gruplarının kampanyaları ve mahkemelere yapılan başvurulara karşın sözde “gönüllü yeniden yerleşim programı” devam etti. 2004 Şubat ve Nisan aylarında, Yamuna kıyılarındaki evler ve binalar 24 saatlik bir operasyonla yerle bir edildiler. Yıkımın bölgenin rehabilite edilmesine kadar ertelenmesi talebinde bulunan bir dilekçeyi reddetmiş olan Yüksek Mahkeme, bu talebin yasa ihlalinin ödüllendirilmesi anlamına geleceğini söyledi ve yıkımlar sırasında ortaya çıkan şiddeti durduracak eylemlerde bulunmayı bile kabul etmedi.
Yeniden yerleşim bölgeleri ise yalnızca seçmen kayıt formu ya da karne gibi ikamet kanıtı gösterebilenlere tahsis edildi. Pushta’da 1990’dan bu yana yaşadıklarını gösteren resmi kanıtları olanlara yeniden yerleşim bölgelerinde 18 metre karelik araziler verilirken, 1998 sonrası sakinlere 12.5 metre kare tahsis edildi. Delhi Kalkınma Bürosu (DDA) tarafından yıkım öncesinde yapılan bir araştırma araziler için sadece 16 bin “gerçek başvuru” kaydederken, gazeteler bölgede 35 bin ailenin yaşadığını söylüyorlardı ki bu da Pushta’da yaşayan insanların yüzde 50’sinden daha azının yeniden yerleştirmeye uygun bulunduğunu gösteriyor.

Birçok insan Pushta’da yıkımdan önce, önemli bir kısmı insanları taşınmaya zorlamak üzere kasten çıkartılmış olduğu anlaşılan, düzenli yangınlarda belgelerini yitirdiler.

Belgelerini yenilemeye çalışanlarınsa bunun için yeterince zamanı olmadı. Şimdi Şerpur’da yaşayan Kaleemun Nisha, araştırmacılara karnesinin daha önceki bir yangında imha olduğunu söyledi. Yeni karnesi 1999 tarihliydi ve bu yüzden yeniden yerleşim için uygun bulunmadı. Hazards Center, nüfus sayımı, DDA, gazeteler ve anlatılanlara dayalı olarak 27 bin ailenin (135 bin insan) evinin yıkıldığını ve sadece 6 bin ailenin yeniden yerleştirildiğini tahmin ediyor. Geriye kalanlar kaderlerine terk edildiler.(2)

Sözde gönüllü yeniden yerleşim programı aracığıyla dağıtılan araziler Bawana, Holambi, Kalan, Madanpur Khadar ve Delhi’nin diğer bölgelerindeki yeniden yerleşim alanlarında 5,000-7,000 rupi arasında fiyatlandırıldılar. Bu fiyatlar birçok eski Pushta sakininin ödeme kapasitesini aşıyordu ve bunlar da böylelikle yeniden yerleşim planından dışlanmış oldular. Daha birçokları ise sahte evrak elde etmiş Bangladeşliler oldukları gerekçesiyle dışlandılar. Şimdi Bawana yeniden yerleşim bölgesinde yaşayan Rafiya’nın da Bangladeşli olduğu iddia edilmiş ve kendisine arazi verilmemiş. Ne komiktir ki, annesine şimdi Rafiya’nın kocası ve çocuklarıyla birlikte yaşadıkları bir arazi verilmiş.
Pushta’da yaşayan insanların yüzde 50’sinden daha azının yeniden yerleştirmeye uygun bulunduğunu gösteriyor.

Birçok insan Pushta’da yıkımdan önce, önemli bir kısmı insanları taşınmaya zorlamak üzere kasten çıkartılmış olduğu anlaşılan, düzenli yangınlarda belgelerini yitirdiler.

Belgelerini yenilemeye çalışanlarınsa bunun için yeterince zamanı olmadı. Şimdi Şerpur’da yaşayan Kaleemun Nisha, araştırmacılara karnesinin daha önceki bir yangında imha olduğunu söyledi. Yeni karnesi 1999 tarihliydi ve bu yüzden yeniden yerleşim için uygun bulunmadı. Hazards Center, nüfus sayımı, DDA, gazeteler ve anlatılanlara dayalı olarak 27 bin ailenin (135 bin insan) evinin yıkıldığını ve sadece 6 bin ailenin yeniden yerleştirildiğini tahmin ediyor. Geriye kalanlar kaderlerine terk edildiler.(2)

Sözde gönüllü yeniden yerleşim programı aracığıyla dağıtılan araziler Bawana, Holambi, Kalan, Madanpur Khadar ve Delhi’nin diğer bölgelerindeki yeniden yerleşim alanlarında 5,000-7,000 rupi arasında fiyatlandırıldılar. Bu fiyatlar birçok eski Pushta sakininin ödeme kapasitesini aşıyordu ve bunlar da böylelikle yeniden yerleşim planından dışlanmış oldular. Daha birçokları ise sahte evrak elde etmiş Bangladeşliler oldukları gerekçesiyle dışlandılar. Şimdi Bawana yeniden yerleşim bölgesinde yaşayan Rafiya’nın da Bangladeşli olduğu iddia edilmiş ve kendisine arazi verilmemiş. Ne komiktir ki, annesine şimdi Rafiya’nın kocası ve çocuklarıyla birlikte yaşadıkları bir arazi verilmiş.
Yıkımlar ve zora dayalı yeniden yerleşimler insanları çalıştıkları alanlardan uzaklaştırarak, sosyal ağlarını parçalayarak ve hayatları boyunca yaptıkları tasarruflarla inşa ettikleri evlerini ve altyapılarını imha ederek insanların hayatlarını yerle bir etti.

Haleema’nın Öyküsü (3)
“İki yıllık evlilikten sonra, ben ve çiftçi olan kocam köyde açlığın kıyısına geldik ve iş bulmak için Delhi’ye göç ettik. Kocam patlamış mısır yayıp satıyordu ben de beş yıl evlerde çalıştım. Çocuklarımızı okula gönderemedik; yalnız büyük oğlum birkaç yıl Delhi’de okula gitti. Pushta’ta geçen 25 yıl içinde, biraz para biriktirip üç odalı bir ev yapabildik. Tam yiyecek ve su için, onurlu bir yaşam için biraz para bulmuşken, evimizi yıkıp bizi buraya attılar. Evimizi bir günlük uyarıdan sonra yıktılar; polis bize yıkımın başlayacağını bir sabah önce söyledi, evimizdeki tüm eşyalarımızı boşaltacak kadar zaman bile vermedi. Evimizi, 25 yıllık emeğimizle, alın terimizle yaptığımız her şeyi kaybettik.”

Haleema’nın ailesi Pushta’da yirmi yıldan fazla süredir oturdukları için aslında 18 metre kareden büyük bir arsaya hak kazanmış olduğu halde, “VP Singh karneleri” olmadığı için bu arsayı almayı başaramamış. Haleema için yıkım çifte olmuş: hem evi ve eşyaları yok olmuş hem de işini ve gelirini kaybetmiş. Bawana ev işlerinde çalışmaya gittiği Geeta mahallesinden 50 kmden daha uzakta; bu kadar uzaktan işe gidip gelmesi mümkün değil. Yalıtılmış Bawana bölgesinde iş yok ve 2000 rupilik aylık gelirini telafi etme olanağı bulunmuyor. Çalıştığı evlerin sahiplerinden birisi kendi evinde kalmasını bile önermiş ama o kabul edememiş çünkü yaşlı kocasına ve küçük torununa bakması gerek.

Haleema ile 2004 Mayıs ayında yıkımdan birkaç hafta sonra karşılaştık. Aşağıdaki notlar kendisiyle yaptığımız söyleşinin bir özetidir.

Haleema kocası ve torunuyla birlikte Bawana’da yaşıyor. Aile 25 yıl önce Bhagulpur’dan Delhi’ye göç etmiş. Yıkım döneminde briketten üç odalı bir evleri vardı. Bawana’da kendilerine resmi 5000 rupilik fiyattan 2000 rupi daha fazla ödemek zorunda kaldıkları 12.5 metre karelik bir arazi verilmiş. Küçücük arsalarına paramparça olmuş kamışlardan küçük bir gecekondu yapmışlar. “Gareebon ko jangal mein phenk diya Hai” (“Yoksulları kurtlar sofrasına attılar”) diyor Haleema bize.

Haleema ailesini köyünü terk edip Delhi’ye göç etmeye zorlayan sorunları anlatıyor:

Haleema’nın çekçek sürücüsü büyük oğlu, Bawana’da yaşayıp da hergün otobüsle Delhi’ye gidip gelecek olsa 20 rupi harcamak zorunda. Daha birçokları gibi Delhi’de bir “jhuggi” kiralayarak kızını Haleema’ya bırakmak zorunda. Annesine haftada 200 rupi veriyor ki bu şimdi ailenin tek geliri. Yalnızca harcamalarını en çıplak asgari düzeye çekerek hayatta kalabiliyorlar. Para daha çok yiyeceğe harcanıyor. Haleema’nın kocası odun topluyor; ısınmak için başka yakıt alamıyorlar. Oturdukları bloktaki pis ve kötü tuvaletin kullanımı da kaçınılmaz bir gider oluşturuyor. Taşeronlar tuvalete her gidişlerinde 2 rupi ve banyoda çamaşır yıkanması için 5 rupi istiyorlar. Tuvaletlerdeki ve banyolardaki kapıların sapları çıkartıldığı için mahremiyetleri yok.

Yıkım sadece Haleema’nın evini değil, ailesini de paramparça etmiş. Haleema’nın oglu ve eşi Delhi’de yaşıyor. Altı yaşındaki kızları Roşni kenti ve anne babasını özlüyor ve sürekli ağlıyor. “Dilli jana hai” (“Delhi’ye gitmek istiyorum”). Huysuz ve yemek yemiyor. Okula gitmiyor; Bawana’daki en yakın okul kilometrelerce uzakta ve o da yakıcı sıcak altında bu mesafeyi yürüyemiyor. Bölgedeki stk’lardan birinden gelen bir grup oğlan çocuğu çocukları şekerlerle avutup açık havada gezdirip eğitim veriyorlar. Yeniden yerleşim bölgesinde bir ilkokul yapılıyor ve Haleema okulun açılmasını, öğretmenlerin atanmasını ve Roşni’nin yeniden okula kaydolmasını bekliyor. Zaten bir yıl kaybetmiş durumda.
Haleema kendisini çok yalnız hissediyor çünkü Pushta’da sahip olduğu sosyal mahalle hayatı da yok olmuş. Yakın bağlara sahip Müslüman cemaati parçalanarak yeniden yerleşim bölgesi boyunca dağılıp gitmiş. Bu yeni bölgede komşuları karma nitelikte ve Haleema eski komşularıyla paylaştığına benzer bir yakınlık ve ortaklık hissedemiyor. Yeniden yerleşim bölgesinin sakinleri ile Bawana köyü halkı arasındaki ilişkiler de candan değil. Bawana’daki Jat’ler [Kuzey Hindistan kökenliler] yeni gelenleri bölgelerinde işgalciler olarak görüyorlar. Bawana’dan geldikleri zaman bir dükkandan 400 rupi çalınması üzerine köyden gelen adamların bölge sakinlerini tehdit ve taciz ettikleri birkaç örnek yaşanmış. Polis bu örneklerde hiçbir yardımda bulunmuyor. Aslında Haleema polisin gölgede ya da yol kenarında oturan “bastileri” [gecekonducuları] taciz ettiğini ve onlardan çeşitli gerekçelerle para sızdırmaya çalıştığını söylüyor.

Yaz sıcağı yakıcı ama yetkililer hala briket yapılara izin vermiyor. Haleemanın pervanesi yıkımda kaybolmuş ve sıcaktan kaçacağı tek bir ağaç ya da çalı bile yok. Torunu başı dizlerinde yatar ve yine “Dilli jana hai” diye ağlarken, Haleema sadece başını okşayıp ona alçak sesle “Kya karein? Majboori hai...” (“Ne yapalım? Tercih hakkımız yok ki”) diyebiliyor.

Haleema ile onun gibi binlerce insanın deneyimleri çoğul marjinal kimlikler toplamının kadınların sırtına yüklediği; patriarkal bir toplumda kadın olarak, enformal sektörde göçmen işçi olarak, azınlık mensubu olarak; vatandaşlıkları sorgulanan bireyler olarak ve ekonomik fırsatların hızla çöktüğü bir dönemde ailelerinin gündelik geçiminden sorumlu insanlar olarak maruz kaldıkları kırılganlıkların çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.

Geçim koşulları üzerindeki etkileri

Geçim koşulları üzerindeki etkileri yıkımların en görülebilir sonucunu oluşturuyor; yıkımlardan hemen sonra yaptığımız kısa araştırmamız sırasında sorularımıza yanıt veren 100 aileden yaklaşık yarısı aile gelirlerinin Pushta’dakinin yarısı ya da yarısından daha azı düzeyine düştüğünü bildirdiler. Bu düşüşteki en önemli öğe kadınların bağımsız gelirlerindeki düşüştü. Ayda temizlikçi olarak daha önce 2000 ile 3000 rupi kazanan kadınlar artık işsizler çünkü muhtemelen iş bulabilecekleri yakınlardaki orta sınıf mahallelerine gitmek günde 20 rupilik masraf ve en az iki saatlik bir yolculuk gerektiriyor.

Çoğu evli kadın için tercih edilen işse evde çalışma. Ucuz giysi işlemeleri için parça başına fiyat vererek boncuk işi dağıtan birkaç taşeron var. iş istikrarsız ve iş hacmi sınırlı, sadece bu işi Pushta’da da yapmakta olan birkaç aileyi kapsıyor. Taşeronla daha önceden ilişkisi olmayıp boncuk işi almak isteyen bazı kadınlara taşeron kendilerine ancak bir yıl kendisi için çalışmaları halinde para ödeyeceğini söylemiş. Her durumda, ödemeler düşük (100 boncuk bilezik için yaklaşık 20 rupi) ve kayıp ya da israf edilen malzeme de ücretlerden düşürülüyor. Boncuk işinden kazanılan ortalama gelir ayda 200-300 rupi. Yıkım döneminde, Bawana Sanayi Bölgesi’nde 10’dan az işlevsel tesis mevcuttu. Bugünse, Delhi Eyaleti Sanayi Kalkınma Şirketi’ne göre, 400 tesis mevcut. Az sayıdaki daha genç kadın ve kız bu fabrikalarda iş bulabilmişler. Plastik kalıp tesisinde çalışan Jayanti, bize işin zor olduğunu ve yemek arası bile verilmeden günde sekiz ile on saat arasında ayakta durmayı gerektirdiğini söylüyor.

İşverenler fazla mesai için baskı yapıyorlar; reddedenler çoğunlukla ücret ödenmeksizin işten atılıyor. Ortalama kazançlar sadece ayda yaklaşık 1.500 rupi. Jayanti bir ay çalıştıktan sonra işi bırakmış çünkü koluna erimiş plastik dökülünce fena halde yanmış; bunun için herhangi bir tazminat ya da tedavi ücreti de almadığını söylüyor.

Tek başına erkeklerin gelirleri de ciddi biçimde düşmüş. Erkeklerin çoğu gündelikçi işçiler (hamallar, el arabası çekicileri, inşaat işçileri ya da çekçekçiler) ve bunlar belirsiz iş olanaklarını yakalamak için Delhi’yi arşınlamak durumundalar. Kazandıkları sadece yemeğe ve Pushta’daki eski yerleşimden 50 km daha uzakta olan Bawana’ya geliş gidiş ücretlerine yetiyor. Çekçekçiler ve gündelikçiler ünde 40-50 rupi kazanırken, Bawana ile Eski Delhi arasındaki özel otobüslerin tek seferi 20 rupi. Erkeklerin çoğu kaldırımlarda uyuyarak ve ailelerini sadece hafta sonları görerek yol masraflarını düşürmeye çalışıyor.

Ulaşım Bawana dışında çalışan herkes için en önemli masraflardan birisi. Buraya çalışan sadece tek bir DTC otobüs rotası var ve birkaç özel otobüs de günde dört sefer yapıyor. DTC otobüsünün şoförü ve kondüktörü özel otobüsler dolana kadar bekleyerek özel otobüslere yol açıyorlar. İşlerine zamanında yetişmek zorunda olan insanlar özel otobüslere binmeye ve DTC’nin düşük ücretlerine karşılık 20 rupi ödemeye zorlanıyorlar.

Gelirler en fazla göreceli olarak daha iyi durumda olan küçük tüccar ve dükkancı ailelerinde düşmüş. Pushta’da manav dükkanları, balık ve sebze tezgahları, gıda dükkanları, çay ocakları, tütün bayileri iş yapıyordu. Rakamlar genellikle telaffuz edilmese de, bu ailelerin sadece birkaçı yeniden yerleşim bölgesinde yeniden bir dükkan açacak kadar varlık sahibi olabilmişler. Birçoğu ücretli emekçi haline gelmiş, erkekler çekçek ya da küçük araba şoförü, kadınlarsa Rohini kadar uzak bölgelerdeki orta sınıf aileleri için temizlikçi olarak çalışıyorlar.

Yıkımdan hemen sonraki aylarda dükkan açabilenlerinse MCD yetkilileri ve birkaç stk ziyaretçisi dışında müşterisi olmamış. Bugün burada birkaç tane pucca dükkanı varsa da, bunların çoğunu sahipleri Delhi ya da kendi köylerine dönen arazileri satın alan Bawana köylüleri işletiyor. Anayol kenarında haftalık olarak kurulan pazardaki tüccarların çoğu da yabancılar. Yeniden yerleşim bölgesindeki çoğu ailenin düşük satın alma gücü yüzünden, buradaki dükkanların ve küçük girişimcilerin en yüksek gelir düzeylerinin ayda sadece 3.500 rupi olması şaşırtıcı değil.
Bawana’nın en dipteki yaşam koşullarına karşın harcamalar önemli oranda arttı. Atık su ya da su sisteminin olmadığı bir yerleşimde sağlığın temel bir masraf haline gelmesi elbette ironik. MCD tarafından inşa edilip taşeronlarca işletilen altı adet kamuya ait lavabo tesisi var. tuvaletlere yapılan her ziyaret bir rupi, banyo bunun iki katı. Banyoda çamaşır yıkanması halinde taşeron 5 rupi istiyor. Yani ortalama bir aile günde tuvalet için 10 ila 15 rupi veriyor. bazı kadınlar yıkımdan sonraki ilk birkaç gün etraftaki koruluğu kullanmayı denemişler ama arazi sahiplerinin sözlü ve fiziksel şiddetiyle karşılaşmışlar. Üstelik, kendilerinin “saygıdeğer ailelerden” geldiklerini söyleyen kadınlar açıkça hacet görmeyi statülerindeki düşüşün nihai işareti olarak görüyorlar; birçok kadın muhtemelen karanlıkta tarlalardan yararlansalar da bu durum hakkında konuşmamayı tercih ediyor.

Çocukları okula göndermek de eskisinden daha fazla harcama gerektiriyor. Yerleşimde tek bir ilkokul var; daha büyük çocuklar belediye okuluna ya da Bawana köyündeki iki özel okuldan birine gitmek zorundalar. Kitap ve kayıt masrafları haricinde, ulaşım da sorun; yerleşim bölgesine uğrayan tek bir otobüs var ve seferleri de düzensiz. Özel minibüsler varsa da fiyatları çoğu için çok yüksek. Birçok ailenin çocuklarını (özellikle de daha büyük kızlarını) okuldan almaları şaşırtıcı değil.

Kamusal sağlık tesisleri mevcut değil. Bazı stk’lar tarafından çalıştırılan birkaç sağlık merkezi bulunmakla birlikte, onlar da sadece hafif hastalıklar için ilaç dağıtıyor. Bölgede doktor yok, sağlık ihtiyaçları, yetişebildikleri acil durumlara koşturan birçok kayıtsız pratisyen tarafından karşılanıyor. Sağlık hizmetleri müdürlüğünün gezici sağlık otobüsleri ender ziyaretler yapıyor ve sadece hafif hastalıklar için donanımlı. Ağır vakalar ve acil durumlar için insanlar ya Bawana köyündeki (yaklaşık 3 kilometre) Maharishi Valmiki Hastanesine ya da Bawana’ya 35 kilometre olan Loknayak Jai Prakash hastanesine gidiyorlar. Sağlık harcamaları yüksek, özellikle yerleşim bölgesindeki sağlıksız yaşam koşullarından etkilenen çocuklarda sık sık difteri, solunum yolu enfeksiyonları ve sıtma görülüyor. Son zamanlarda kurulan bir sağlık kampına gitmiş olan Kadınların yüzde 75’den fazlasına çeşitli ciddiyet derecelerindeki üreme sağlığı enfeksiyonu teşhisleri konulmuş. İlk temas noktası, her bir muayene için 30-50 rupi alan yerel kayıtsız pratisyenler ki bu para çoğu için çok yüksek. MCD sağlık otobüsü hasretle bekleniyor ama sadece haftada bir kez uğruyor. Muayene bedava ama sadece temel ilaçlar dağıtılıyor.

Şiddet: Fırtınanın gözündeki kadınlar

Yıkımlar ve Delhi’nin yeniden yapılandırılması hem kadınları hem de erkeleri etkilemekle birlikte, sürece içsel olan şiddet kadınların ve genç kızların bedenleri ve hayatlarına kazınmış durumda. Bu makalenin başlığı da yıkımdan sonraki ilk haftalarda görüştüğümüz kadınlardan sürekli olarak duyduğumuz bir cümleydi; Pushta’daki yıkımdan yaklaşık iki yıl sonra bugün bile duygusal anlarda yürekten kopan bir çığlık: “Ölmek böyle yaşamaktan iyidir”

Bawana'daki kadınlar ve genç kızlar geçim araçlarının şiddetle yıkılmasının dışında, gündelik fiziksel şiddet tehdidi altında yaşıyorlar. Kadınların bu durumu yorumlama biçimleri: “Mahol kharab hai” (“Ortam kötü”). Yani şiddet yeni bir şey değil; yüksek dozda ev içi şiddet Pushta’ta da bir gerçeklikti. Ancak, Bawana'ya gelmek kadınlar için yeni kırılganlıklar yarattı. Sıkı ilişkilere sahip olan topluluklar yeniden yerleşim sırasında çözüldü ve kadınlar artık kendilerini, ne kadar kırılgan olursa olsun, uzun yıllar bir arada yakın temas içinde yaşarken oluşan arkadaşlıklar ve enformal destek gruplarının sunduğu fiziksel ve duygusal güvenlik içinde hissetmiyorlar. Konuştuğumuz kadınlar kocaları, babaları ya da erkek kardeşlerinin sözlü küfürleri ya da fiziksel saldırıları karşısında komşularının ya da akrabalarının desteğini görmediklerini söylüyorlar. Komşular arasında sık sık en saçma konulan yüzünden çıkan çatışmalar yaşanıyor. Yiyeceklerin, mutfak araçlarının ve giysilerin çalınması yaygın bir durum.
Statülerindeki mülksüzleşme, Bawana’daki yaşam koşullarıyla birleşerek kadınları tuvaletçilerden başlayarak topluluğa hizmet sunan herkesin merhametine terk ediyor. Kadınlar, masrafları bir yana, kapıların kollarını kırıp kadınlar banyo yaparken sürekli olarak duşta çamaşır yıkayıp yıkamadıklarını kontrol etmek için içeriyi gözetleyen tuvaletçilerden gördükleri taciz ve kötü davranışlar yüzünden de kamuya ait tuvaletlere gitmekte tereddütlüler.

Tuvaletçiler tarafından cinsel tacize uğradığı söylenen genç kızlar da var. Para tasarruf etmek ve tacizlerden kaçınmak için tarlaları kullanan kadınlarsa arazi sahipleri ile bekçilerinin taciz ve saldırılarına uğruyorlar; gece tarlaya giden genç kızlar hakkında tecavüz ve cinsel taciz fısıltıları dolaşıyor ama kurbanların isimlerini vermek istemiyorlar.

Hizmetleri sunanlar ve kamu çalışanları da sınıf ve kast önyargılarından muaf değiller. Bölgedeki MCD alan bürosundaki görevliler bölge sakinlerinden yakınarak söz ediyor ve şikayetlerini yanıt vermeye değer bulmuyorlar. ‘Tumhare naukar hain kya?’ (“Biz sizin hizmetçiniz miyiz?”) MCD bürosundaki görevlilerin şikayetçi kadınlara verdikleri standart yanıt. Bazı stk'ların verdikleri dilekçeler nedeniyle bölgeyi ziyaret eden bir Ulusal İnsan Hakları Komisyonu araştırma ekibine MCD yetkilileri evleri yıkılanların çoğunun durumları eskisinden iyi olan ve Pushta’dan çıkartıldıkları için hükümete müteşekkir olmaları gereken yalancılar olduklarını söylemişler. Şaşırtıcı bir örnekteyse, bölgede bir sağlık kampı kuran Gangaram Hastanesi'nden gelme bir grup eğitim doktoru kavgada ağır yaralanan bir adama ilk yardım hizmeti bile vermeyi reddetmiş. Bunun yerine, sarhoş olduğu için tedaviyi hak etmediğini ve bu tür olayların “bu insanlar” arasında çok yaygın olduğunu söylüyorlar.

Yerleşim bölgesindeki çocuklar sadece sınıf arkadaşlarının değil, aynı zamanda jat ve gujjarların [Hindistan’daki bir kast] hakim olduğu bölgedeki öğretmenlerin de rutin aşağılama, taciz ve kötü davranışları ile karşı karşıyalar. “Yiyecek verildiğinde, öğretmen bizimle alay ediyor ve hiç yemek görmemiş dilenciler gibi davrandığımızı söylüyor” diyor 12 yaşındaki Parveen. Geciken çocuklardan ceza olarak okulu süpürmeleri isteniyor. Öğretmenler onlara sürekli olarak ‘jhuggijhonpdi ke bacche’ (gecekondu çocukları) diyorlar. Anne babası gittiği okulda temizlikçi olarak çalışan Shabina, kendisine “Tere mummy-daddy to bhangi hain” (“Annen baban hademe kastından”) diyen sınıf arkadaşlarınca tecrit edilmiş durumda. Birçok kız çocuğu okuldan ayrılmış çünkü bu gündelik aşağılamalarla karşılaşmak istemiyorlar.

Yeniden yerleşim bölgesindeki kızlar Bawana köyü halkından gelen sürekli taciz terörü altındalar. Birçokları okula giden otobüse binmekten korktuklarını çünkü yolcuların ve kondüktörlerin kendilerini itip kaktıklarını söylüyorlar. Bawana köyünden saldırgan genç adamlar akşamları yerleşim bölgesinin çevresinde dolaşıp, genç kızları ve kadınları sözle taciz ediyor ya da yıkanan kadınları gözetliyorlar. Birçok olayda, yerleşim bölgesindeki erkek çocuklar da köyün çetelerince dövülmüşler.

Evleri yıkılanların oluşturduğu topluluğun kendisi homojen değil; kast yanlılıkları ve cemaat önyargıları komşularıyla ilgili algılarını biçimlendiriyor. Bir bloktaki kadınlar bizi bir başkasındakine karşı uyarıyorlar. Kaçınılmaz olarak, diğerleri için güvenlik sorunu yaratmaktan ve ortamı germekten sorumlu tutulanlar alt gruplardan gelen kadınlar ve genç kızlar oluyor. Geleneksel eğlencelerle uğraşan bir topluluk olan “dholakwalas” [geleneksel davul yapımcıları] özellikle hedef durumundalar; daha fazla hedef durumundalar çünkü tecrit edilmiş oldukları gerçeğini kendilerine saklamayı tercih ediyorlar. Bu cemaatin genç kızları diğer kadınlarca “ahlaksızlıkla” ve yerleşim bölgesine gelip “iyi” kızları taciz eden köylü oğlanları “şımartmakla” suçlanıyorlar.

Kızlarını “şımarmaktan” korumak Bawana'daki ailelerin başlıca kaygıları. En iyi durumda, kadınlarla ilgili patriarkal kavramların ailenin “izzat” (izzet) birikimini oluşturması genç kızların hareketliliğinin sınırlandırılmasının ve onların “uygunsuz” ilişkilerden sakınılmasının nedenidir. Bawana'da tıpkı hayatın tüm belirliliklerinin altüst olduğu savaşlar, cemaat çatışmaları, sürgünler ve doğal afetler gibi diğer kriz durumlarının sonrasında olduğu gibi, “izzat” (izzet) geriye kalan tek servet olarak görülüyor ve ne pahasına olursa olsun korunuyor. Özellikle daha büyük yaşta olan birçok geç kız okuldan alınıp eve kapatılmışlar. Değerlerin ve geleneklerin yaşanan çalkantı içinde kaybolup gitmesini engellemeye yönelik patriarkal dürtü kadın emeğini, sömürülmesi Bawana'da hayatta kalmak için zorunlu olan değerli bir meta haline getiren ekonomik değişimlerce pekiştirilip meşrulaştırılıyor. Pushta’da kalmaları halinde eğitimlerine devam etme beklentisi içinde olan daha genç kızlarsa jet evliliklere yöneliyorlar.

Polis şiddeti sürekli bir tehdit ve ana yol üzerinde sık sık meydana gelen olaylarla sınırlı değil. Yerleşim bölgesine atanan polis memurlarının çoğu da jat ve gujjar cemaatlerinden geliyorlar ve güçlü kast bağlılıkları var. Polis, köydeki çetelerin gıda dükkanlarına ve çay ocaklarına saldırdığı, satıcıları dövdüğü ve yedikleri yemeklerin parasını ödemeleri istendiğinde kap kacakları kırdıkları birçok örnekte müdahale etmeyi reddetti. Polis memurları birkaç hafta önce yerleşim bölgesinde patlak veren ve 300’den fazla aileyi evsiz bırakan bir yangını seyretmekle yetindiler ve alevlerin içinden yardım isteyenlerle alay ettiler. Anayolda ve yerleşim bölgesinin içinde görevli olan polis memurları da kadınlara ve genç kızlara yönelik saldırılara katılıyorlar.

Yakın zaman önceki bir örnekte, 13 yaşındaki bir kız çocuğu annesi ve ağabeyiyle birlikte komşularının kendileri ile ilgili bir şikayette bulundukları gerekçesiyle gece yarısı polis karakoluna getirildi. Anne ve ağabey polis tarafından dövüldü ve köyde iyi tanınan polis yardakçısı bir “goonda” [çete üyesi] tarafından tehdit edildi. Kızsa (yine Bawana köyünden genç bir adam olan) bir polis fotoğrafçısı tarafından içeri alınarak dizlerinin üzerine oturtuldu ve kaçmaya çalışırken çenesinden ısırıldı. Aile karakolda görevli olan memura 800 rupi rüşvet ödedikten sonra serbest kalabildi. Bu örnekte bizin gerçekleştirdiğimiz müdahale soruşturma dosyası açılması ve memurun tayin edilmesiyle sonuçlanmış olmakla birlikte, polis ya da polis korumasından yararlanan kimselerce gerçekleştirilen taciz vakaları sürekli ve kayıt altına alınmaksızın sürüyor.

Kalıcı yara izleri

Bawana’da konuştuğumuz kadınların çoğu için, yıkımın yaraları hala taze. Bazıları için öfke ve güvensizlik her türlü ilişkiyi biçimlendiriyor, bazıları ise kadercilik ve bezginliğe sürüklenmişler. Çoğu Pushta’daki stklarda çalışan kadınlar yıkımlara karşı protestolarda, mahkemelere dilekçe verme, siyasetçilerle görüşme ve yıkımları durdurması için başkanla yaşanan umarsız görüşmelerde aktiftiler. Hala bütün bu çabaların nasıl boşa gittiğini anlayamıyorlar. Yıkımdan sanki az önce olmuş gibi söz ediyorlar. “Jis din mera ghar toda gaya, us din mera kaleja bhi toot gaya” (“Evimi yıktıkları gün, kalbimi de kırdılar”) diyor Laila Bibi. Bize yıkımdan sonraki ilk aylarda gidip bir zamanlar evinin bulunduğu noktaya bakmak için yaptığı uzun yolculuktan söz ediyor.

Birçok kadın zar zor kazandıkları öz saygılarını yitirmiş olmanın kırıklığını yaşıyor. Pushta’da günde 1500 rupi geliri ve dört çalışanı olan güzel bir lokantası olan Zarina şimdi seyyar bir küçük lokanta işletiyor. Gelip geçenlerin bakışları altında tentenin altında durup seyyar ocakta kötü yemekler yayıp satmaktan ne kadar utandığını anlatıyor. Mahremiyet yokluğuna alışamamış. “Yahan koi izzat se kaise rahe?” (“İnsan burada nasıl onurlu yaşar?) diyor.

Sosyal yükümlülükleri yerine getirememek de bir utanç ve aşağılanma kaynağı. Birçok kadın bize eskiden köylere yaptıkları yıllık ziyaretleri, akrabaları için aldıkları hediyeleri anlatıyorlar. Bunlar tamamen sona ermiş. Komşularına ve akrabalarına kazandıklarından küçük borçlar vererek yardım eden kadınlar şimdi kendileri borç içindeler. Bir kadın, tam kızının düğünü öncesinde yaşanan yıkımdan hemen sonra intihar etmiş; kızına doğru düzgün bir tören düzenleyememenin utancına katlanamamış.

Delhi’de süpürgeci olarak çalışan Fatima yıkımlar sırasında neredeyse çocuğunu yitireceğini anlatırken öfkeli gözyaşlarına boğuluyor. Yıkımları protesto etmek için stklar ve sivil toplum grupları tarafından oluşturulan bir koalisyon olan Visthapan Virodhi Abhiyan tarafından düzenlenen mumlu bir protesto gösterisindeymiş. Buldozerler harekete geçip duvarları yıktığında içerde uyumakta olan oğlunu kurtarmak için tam zamanında koşarak Pushta’ya yetişmiş. “Tumhare dharne se kya hua? Marte to hamare bachhe hain – tumhe kya farak parta hai? Tum to apne ghar chale jaoge!” (“Dharne olmanız ne işi yarar? Ölen bizim çocuklarımız- sizin için ne fark eder? Nasıl olsa siz evinize gideceksiniz”) diye ağlıyor. Fatima eğitimli birisi ve sol bir örgüte üye ama şimdi her türlü ortak faaliyete katılmayı reddediyor ve stklara sadece tepki duyuyor. Pushta topluluğu tarafından yıkımlardan sonra yapılan son kolektif eylem 2004 genel seçimlerinde oylarını kullanmak üzere eski bölgelerine gitme kararı almak oldu. Ama, BJP’nin bozgununa ve özellikle de Jagmohan’ın yenilgisine katkıda bulunmaktan duyacakları zafer ve tatmin duygusu uzun zaman önce eriyip gitmişti. Topluluk Kongre Partisi ya da sola yönelik tüm umutlarını tüketmişti.

Yıkımlar ve Delhi’nin ‘Shanghai rüyaları”

Yamuta Pushta yıkımlarının da gösterdiği gibi, marjinal toplulukların evlerinin ve geçim güvenliklerinin yıkımı Delhi’nin uluslararası yatırımcılar için çekici bir istikamete dönüştürülmesindeki kilit öğelerden birisi haline geldi. Trajik bir ironi içinde, diğer göçmenlere, yani öteki eyaletlerden ve ülkelerden Delhi’ye akmakta olan yukarıya doğru hareketli profesyonellere yer açmak için giderek daha fazla göçmen yoksulun evi yıkılıp evsiz barksız bırakılıyor.

1980’lerdeki Kalküta yıkımları bağlamındaki Barınma Hakları için Ulusal Kampanya eylemcilerinin (4) işaret ettikleri gibi, “barınma” sadece dört duvar ve çatıdan ibaret olan fiziksel bir yapı değil, güvenlik ve onur içinde yaşanacak bir yer anlamına da gelir. Kalküta'da sıradan insanlar tarafından barınma yerine kullanılan Bengal dilinde “basosthan” sözcüğü, inşaatçılar ya da konut projeleri yapanlar tarafından kullanılan “abashan” sözcüğünden tamamen farklıdır ve yerleşecek, yaşanacak bir yer demektir. Tüm büyük Hint kentlerinde son yirmi yıl içinde yaşanan kitlesel yıkımlar emlak piyasasının büyümesini kolaylaştırmak üzere tasarlanmış olan bir dizi politika önlemi ile meşrulaştırılmıştır. Kırsal bölgelerde toprak kullanımı yasalarındaki değişiklikler sanayicileri ve emlakçileri büyük tarımsal, ormanlık ve ortak arazilerin ele geçirilmesi için teşvik etmiş, kırsal geçim araçlarının yıkımı sürecini hızlandırırken bütün cemaatlerin kentsel alanlara göçünü zorunlu kılmıştır. Aynı zamanda kentsel topraklar üzerindeki “gecekonduculuk” 1980lerin başlarında birçok eyalette adi suçtan ağır suça dönüştürülmüştür.

Bir başka seçenekleri olmadığı için kendi enformal yerleşimlerini kurmak zorunda bırakılan milyonlarca insan tek bir darbeyle suçlu ilan edilmiş, hiçbir uyarıda bulunulmaksızın ya da tazminat ödenmeksizin evleri yıkılmış ve kendilerine koruma vaat eden siyasetçilerin, polisin ve yerel mafyanın sömürüsüne açık hale getirilmiştir. Bir parça kullanım güvencesine sahip olanlar bile (seçmen pusulaları ya da karneleri sayesinde) emlakçilerin, sağcı grupların ve komşu orta sınıf mahallelerinin sakinlerinin sürekli taciz ve baskılarına maruz kalmaktadır. “Vatandaş olmama” statüleri en temel haklarının acımasızca ihlal edilmesini mümkün kılmaktadır; örneğin, şu anda belediye yetkililerinin enformal yerleşimlere bölge sakinlerinin burada yaşama hakları olduğu iddiasını güçlendireceği gerekçesiyle, temizlik ya da elektrik vermeyi reddetmeleri yaygın bir pratik haline dönüşmüştür.

Delhi Yüksek Mahkemesi tarafından son dönemde görülen davalarda da vurgulandığı gibi, yeniden yerleşim bile yıkıma uğrayanların hakkı olarak görülmemektedir. Bu yaklaşıma paralel olarak, Delhi’de yeniden yerleşim için dağıtılan arsaların süresi 1980’lerdeki 99 yıldan Pushta’ya gelindiğinde beş yıla düşürülmüştür. Yüksek Mahkeme’nin son yirmi yıldır yıkımlara karşı verilen dilekçeler karşısındaki tutumu yargının kent yoksullarına yönelik sertleşen tavrının altını çizmektedir. (5) Bombay’daki sokak satıcıları örneğinde (Olga Telis Mumbai Belediye Şirketine karşı) mahkeme yıkımların etkilenen kimselerin geçimini tehdit ettiğini ve böylece de anayasal yaşama haklarını ihlal ettiğini kararlaştımıştı. Yargı kararı “ticaret ne kadar mütevazı ise çekilen acılar ve kayıp daha büyüktür” ilkesi üzerinden “insan vicdanı adaletin keskin kenarlarını ne olursa olsun yumuşatmalıdır” demişti. Bu örnek karardan on beş yıl sonra Almitra Patel’in Hindistan Birliği’ne karşı açtığı davadaki karar hükümeti “gecekonduları temizlemek yerine gecekondu yaratmayı” teşvik etmekle suçlamakta ve “başka yerleri olan kamusal araziler üzerindeki işgalcileri ödüllendirmek yağmayı ödüllendirmektir” demektedir.

Yargının bu gözlemi tüm ülkedeki yüksek mahkemelerin bir dizi kararına örnek olmuştur. Delhi Yüksek Mahkemesi sanayilerin yerleşim bölgelerinden uzaklaştırılmasına karşı verilen bir dilekçeye yönelik olarak(6) kamu arazilerini işgal edenlerin yağmacılar oldukları ve bu yüzden de alternatif yerleşim haklarının olmadığı sonucuna varmıştır. Eyalet hükümetinin kamusal arazileri işgal eden enformal yerleşimlerdekilere alternatif yerler sunma politikası Delhi Yüksek Mahkemesi tarafından bozulmuştur.

Bütün bu örneklerde, mahkemelerin hükümet organlarını kent yoksullarına yeterli ve ucuz konut sağlama konusundaki başarısızlıkları yüzünden eleştirmemesi ironiktir. Örneğin, yukarıda belirtilen davada, Delhi Yüksek Mahkemesi idarenin kent yoksullarına barınma planları sunmayı başaramadığını belirtmekte ama bu başarısızlığın kamu arazileri üzerindeki işgalcilere alternatif araziler sunulması için bir gerekçe oluşturmadığını söylemektedir.

Böyle bir durumda, Bawana ve diğer yerleşim bölgelerindeki kadınlar ne umabilirler? Birçokları için Bawana’ya gelmek ilk kez köksüzleşmeleri anlamına gelmiyordu; ne de sonuncusu olacaktı. Onlara Delhi’nin çeşitli orta sınıf mahallelerinde bulunan çeşitli sanayi tesislerinin 10,000 arsalık Bawana Sanayi Bölgesine gelmesiyle birlikte işe kavuşacakları söylenmişti. Bu tesislerin sahipleri ise taşınmayı reddediyorlar; düşük kar marjları hammadde ve nihai ürünlerini Delhi’den buralara taşıma maliyetini karşılayamıyor.

Arazi spekülasyonu çoktan başladı. Bugün, yıkımdan yaklaşık iki yıl sonra, hepsi de ilk arsaların iki ya da üç katına eşit büyüklükteki birkaç büyük ev ve büyük iki katlı evler Bawana’daki her blokta görülebiliyor. Bunlar Bawana köyünden gelip arsaları ilk sahiplerinden satın alan ve belli ki yatırımlarından büyük kazançlar uman kimselere ait. Yetkililer Bawana’dan yaşanan bu düşük ritmli kaçış hakkında sinik yorumlarda bulunup bunun evleri yıkılanların seçeneksiz olmadığının kanıtı olduğunu söylüyorlar. Sadece “gerçek evsizlere” yeniden yerleşim bölgelerinde bir yer verilmesini garanti altına alma ihtiyacı Bawana’da uzun vadeli yatırım yapmamanın gerekçesi olarak kullanılıyor. MCD yetkilileri bizden evleri yıkılanlara kendi çevrelerini düzeltmeleri ve kendi evlerini kendilerinin yapmalarını teşvik etmemizi istiyor. İnsanların ne gelir güvenliğine ne de kira güvencesine sahip oldukları bir yere yatırım yapmalarını beklemenin mantıksızlığı bu yetkililer tarafından algılanmıyor.

Bawana’yı terk edenlerse tamamen ortadan yitiyorlar; kimse nereye gittiklerini bilmiyor. Geriye kalanların çoğununsa hayalleri tükenmiş; tek ilgilendikleri bugün hayatta kalmak, yarından bir şey beklemiyorlar, onları ilgilendiren tek şey bugün.

(Bu rapor 20 yılı aşkın bir süredir kadın hakları konusunda çalışmakta olan Jagori isimli Delhi merkezli kadın araştırma merkezinin deneyimini belgelemektedir. Jagori, Dilli Visthapan Virodhi Manch’ın üyesi olarak Delhi’de sürmekte olan yıkım karşıtı protestolara katılmakta ve Bawana’daki kadınları ve genç kızları hakları için yürüttükleri mücadelede desteklemektedir.)
Email: kalyani@jagori.orgBu e-posta adresi spam korumalıdır. Lütfen JavaScriptleri etkinleştirin.

Notlar

1 MCD rakamları, nehre MCD’nin kendi atık sistemi tarafından atılan katı ve sıvı atıkların Delhi’deki tüm enformal yerleşimlerden atılanları kat kat aştığını belirten eylemcilerce yalanlanmaktadır.

2 ‘The Yamuna Pushta Evictions: What Happened to Those Who Were Not Assigned Plots?’, Hazards Centre, Aralık 2004.

3 Yıkımların hemen ardından yeniden yerleşim bölgesinde kadınlarla yapılan bu ve diğer söyleşiler o dönemde Jagori ile birlikte çalışmakta olan Mount Holyeke Koleji öğrencisi Diva Dhar tarafından yürütülmüştür.

4 Jai Sen, ‘Foundations of Our Lives’, New Internationalist, 1996.

5 Videh Upadhyay, ‘Further to the Margins –By Law’, India Together, 2003.

6 Okhla Factory Owners Association versus Government of NCT of Delhi, 2003.

[20 Mayıs 2006 tarihli Economic and Political Weekly’deki orjinalinden Jagori’nin ve Jagori üyesi yazarın izniyle Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]