Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

YILDIRIM KOÇ: 12 EYLÜL NİÇİN YAPILDI? KİME YARADI?

Yazar Yıldırım Koç
12 09 2007

Sample Image

Vatan Postası'nın önsözü

12 EYLÜL’ÜN ULUSAL-ULUSLARARASI SİYASİ, ASKERİ VE JEOPOLİTİK NEDENLERİ ÜZERİNE İKİ KAYNAK:

12 Eylül askeri müdahalesinin 24 Ocak Kararları'nı uygulamak için yapıldığı ekonomik açıdan çok doğru bir tesbittir. Burada 12 Eylül'ün siyasi, jeo-politik ve askeri nedenleri üzerinde de durmak ve 12 Eylül öncesi süreci hatırlatmak yararlı olacak diye düşünüyoruz.

Bilindiği gibi, 12 Eylül askeri müdahalesi, sadece 24 Ocak Kararları'nı hayata geçirmek için gerçekleştirilmiş değildir. Emperyalist baskılara rağmen haşhaş ekiminin serbest bırakılması ve Kıbrıs çıkartması sonrası uygulanan Amerikan Ambargosu'na karşı Türkiye, Amerikan üstlerinin kapatılacağını açıkladı. 25 Temmuz 1975 tarihinde de ABD ile Türkiye arasındaki askeri işbirliği anlaşması tek taraflı olarak feshedildi. 21 Amerikan üssü kapatıldı.

Ayrıca Kıbrıs çıkartması ile hem adadaki hem de Yunanistan'daki faşist cuntalar yıkılmış, CİA'nın İspanya'dan Hindistan'a kadar uzanan hat üzerinde kurmak istediği faşist devletler zinciri ortadan ikiye ayrılmıştı.

Bu antiemperyalist tutumu 2. Kuvayi Milliyeciliğimizin zaferi olarak müjdeleyen (1974-75) Sosyalist Gazetesi, yaptığı durum değerlendirmesi ile olayları ve ilişkileri duruca açıklayıp "yol"u aydınlattı.

12 Mart sonrası 1973'lerden itibaren hızla gelişen halk muhalefeti ve genel toplumsal taleplerdeki artış CHP-MSP koalisyonu ile de durdurulamadı. Haşhaş ekimi ve Kıbrıs çıkartması ile hızlanan, Türkiye'nin emperyalist sistemden kopma süreci, aşağıdaki alıntıda açıklanan olaylar sonunda tersine çevrilmiştir. Yıldırım Koç bu makalesi ile 12 Eylül askeri darbesinin nasıl hazırlandığını, siyasi, jeo-politik ve askeri nedenlerini de gözlerimizin önüne seriyor...

1974-75 Sosyalist Gazetesi'nin o zamanki durum değerlendirmelerinin ve önerilerinin ne kadar yaşamsal değerde olduğunu ve MC hükümetlerinin kurulması ile başlayan süreçte Türkiye'nin önce 1976'da, olmadı 1978'de, o da olmazsa 12 Eylül 1980'de nasıl sömürge faşizmine sürüklendiğini yaşayarak gördük. (O zamanki Sosyalist gazetelerine Milli Kütüphane'den ulaşılabilir.)

Gerçekten de 12 Eylül sonrasında 18 Kasım 1980 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye ile ABD arasında dışişleri bakanları düzeyinde imzalanmış olan Türk-Amerikan askeri işbirliği anlaşması onaylandı. 1 Şubat 1981 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. ABD üsleri böylece yeniden faaliyete geçti.

Burada Yıldırım Koç'un 2004 yılı Eylül ayında yazdığı ve çeşitli internet sitelerinde ve bazı dergilerde yayınlanan makalesini aynen yayınlıyoruz.

Bugünlerde bazı sitelerde ve mail gruplarında yayınlanan bir yazıda, kaynak belirtilmeden ve tırnak içine alınmadan, bu makaleden "yararlanıldığını" gördük. Alıntı yapılmaması üzücü... (V.P.)

12 EYLÜL NİÇİN YAPILDI? KİME YARADI?

Yıldırım Koç - Eylül / 2004

1980 yılında 29 yaşındaydım ve Ankara’da bir üniversitede asistandım. 11 Eylül 1980 günü kardeşim üniversiteye geldi ve İstanbul’da bir arkadaşımı mutlaka aramam gerektiğini söyledi. Telefon ettim. Bana, 13 Eylül günü askeri müdahale olacağı haberini verdi. Ankara’da Demirtepe’de oturuyordum. Evime gittim. Demirtepe’den Bakanlıklar’a yürüdüm. Yaklaşık 10 yerde bombalı pankart vardı. Sivil polislerin en yoğun biçimde bulunduğu Kızılay bölgesinde bu kadar çok bombalı pankart normal değildi. Sanki birileri, milleti canından bezdirmeye çalışıyor gibiydi. Askeri müdahale, 13 Eylül değil de 12 Eylül günü gerçekleşti.

Bugün 24 yıl geriye gidip 12 Eylül’ün nedenlerini sorguladığımda, çok ilginç bir tablo ortaya çıkıyor.
Benim çıkardığım birinci sonuç, 12 Eylül öncesinde milletimizi bölen kavgaların büyük ölçüde dış mihrakların ürünü olduğu ve bu kavgalar bahane edilerek gerçekleştirilen askeri müdahalenin de öncelikle ABD’ye yaradığı.

İkinci sonucum, 12 Eylül sonrasında yaşanan sürecin, Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflattığı. Bugün, Türkiyemiz Cumhuriyet tarihinin en büyük tehdit ve tehlikeleriyle karşı karşıya iken, ülkesine ve ulusuna gerçekten sahip çıkarak vatanı ve namusu için etkili bir biçimde çalışanların sayısı son derece yetersiz. Bu durum, 12 Eylül sonrası ekonomik, toplumsal ve siyasal uygulamaların sonucudur. Bunların arkasında da, Anadolu’da bağımsız ve bölgesel güç olan güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti istemeyen ABD ve Avrupa Birliği emperyalizmi vardır.

Bu iki noktayı biraz açalım.
Bu kısa yazıda Türkiye - A.B.D. ilişkilerinin tarihini yazmak mümkün değil. Ancak, Türkiye 1945 yılında Sovyetler Birliği tarafından tehdit edilince, başka bazı etmenlerin de etkisiyle, ABD ile ittifak kurmaya zorlandığı da açık. Sovyetler Birliği eğer Kars’ı ve Ardahan’ı istemeseydi ve Boğazlar üzerinde ortak denetim talep etmeseydi. Türkiye’nin ABD ile ilişkileri farklı gelişebilirdi.

ABD ile ilişkilerimiz 1960 yılına kadar sorunsuz gelişti. 1960 yılında İncirlik’ten kalkan U-2 casus uçağının Sovyetler Birliği üzerinde düşürülmesi, 1961 yılında füze krizi, sorunların başlangıcı oldu. 1950’li yıllardan itibaren Türkiye ile ABD arasında imzalanan çok sayıda ikili anlaşmayla, ABD silahlı kuvvetlerine ve istihbarat örgütlerine vatan topraklarında geniş imkanlar tanındı. Ancak, Türkiye, 1963-64 yıllarında Kıbrıs’ta Rumların katliamını engellemek istediğinde, karşısında ABD’yi buldu. ABD Başkanı Johnson, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta, Türk ordusunun elindeki silahların NATO’ya ait olduğunu ve Kıbrıs’a yönelik bir operasyonda kullanılamayacağını belirtti. Ayrıca, “Kıbrıs’a müdahale ederseniz ve bu nedenle Sovyetler Birliği size saldırırsa, NATO ve ABD sizi korumayacaktır,” deniyordu.

Bu olay sonrasında Türkiye’de milli çıkarların korunabilmesi için daha bağımsızlıkçı bir çizgi izlenmesi gerektiği daha iyi anlaşılmaya başlandı.

ABD ile yapılmış olan ikili anlaşmalar, Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması ile biraraya getirildi ve 3 Temmuz 1969 günü imzalandı. ABD bu arada Türkiye’de haşhaş ekiminin yasaklanmasını istedi. Ekim alanları 1970 yılı Ekim ayında Bakanlar Kurulu tarafından bir miktar kısıtlandı. Ancak, ABD memnun olmadı.

12 Mart 1971 askeri müdahalesinden hemen sonra Türkiye’de haşhaş ekimi ve afyon üretimi tamamiyle yasaklandı. 100 bin haşhaş ekicisi aile büyük sıkıntıya girdi. ABD, yasaklama karşılığında 30 milyon Dolar yardım sözü vermişti. Bunun ancak üçte biri ödendi.

Bu durum da Türkiye’de ABD karşıtlığını pekiştirdi. Ancak Sovyetler Birliği’nin varlığı ve sürdürdüğü çalışmalar, ABD’nin elinde önemli bir kozdu.

1974-1980 dönemindeki hükümetler, birçok önemli konuda ABD’nin talimatları dışında bir çizgi izlediler. ABD, bu hükümetlere istediğini yaptıramayınca, ajanları aracılığıyla sürdürdüğü çalışmalar sonucunda, ulusumuzu birbirine düşürdü ve 12 Eylül’ü “gerekli ve hatta zorunlu” gibi gösterecek şartları yarattı. Sovyetler Birliği de bu süreçte etkili bir rol oynadı.

ABD bu yıllarda Vietnam yenilgisinin şokunu yaşıyordu. ABD silahlı kuvvetleri 1965-1972 döneminde Vietnam’da 59 bin ölü ve 300 binden fazla yaralı kaybına uğramıştı. Dünyanın süper gücü ABD, Vietnam’dan geri çekilmek zorunda kalmıştı.

ABD’yi kızdıran gelişmelerin ilki, Türkiye’de 12 Mart sonrasında yasaklanan haşhaş ekiminin 1 Temmuz 1974 günü serbest bırakılmasıydı.

İkinci adım, uluslararası antlaşmalardan doğan hakkın kullanılarak, katliamı önlemek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’a çıkmasıydı.

ABD, haşhaş ekiminin serbest bırakılmasına ve Kıbrıs’ın kuzeyinin kurtarılmasına silah ambargosu ile karşılık verdi. ABD’nin Türkiye’ye silah satışları 5 Şubat 1975 tarihinde durduruldu. 200 milyon Dolarlık bir yardım da askıya alındı.

Türkiye bu tehdide iki onurlu tavırla cevap verdi. Silah ambargosunun başlamasından 4 gün sonra, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’deki ABD üslerinin kapatılacağı bildirildi. Ambargodan bir hafta sonra da, 13 Şubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 25 Temmuz 1975 tarihinde ise, Türkiye ile ABD arasında imzalanmış olan anlaşma Türkiye tarafından tek taraflı olarak feshedilerek, ABD’ye ait 21 üs ve tesise el kondu; buralardaki ABD bayrağı indirildi; yerlerine Türk bayrağı çekildi.

ABD önce bu gelişmeleri fazla önemsemedi. Ancak, 1978 yılında iki önemli gelişme yaşandı. Ortadoğu’da ABD’nin en yakın müttefiki olan İran’da Rıza Şah Pehlevi’nin diktatörlüğünü deviren Humeyniciler, ABD üslerini kapattılar ve Amerikalıları kovdular. Ayrıca, Afganistan’da Sovyetler Birliği yanlısı bir yönetim darbe yaparak işbaşına geldi ve ardından Sovyetler Birliği silahlı kuvvetleri Afganistan’ı işgal etti. ABD, Ortadoğu’da Sovyetler Birliği karşısında önemli stratejik kayıplara uğradı.

Bu süreçte ABD’nin Türkiye’ye tavrı değişti. Hürriyet Gazetesi’nin 11 Şubat 1979 günlü sayısında, “İran’ın dinleme boşluğunu ancak Türkiye doldurur” başlıklı bir haber yer alıyordu. ABD, Türkiye’deki askeri üslerini elde edebilmek amacıyla yeniden görüşmeleri hızlandırdı. Ancak bir türlü sonuç alamadı. 1978 ve 1979 yıllarında bir savunma işbirliği anlaşması imzalanamadı. Türkiye’de olaylar yoğunlaştırıldı. Can güvenliği ortadan kaldırıldı. Piyasalara müdahale edildi. Tüm bu gelişmeler sonucunda iktidar değişti. Ancak yeni hükümet de bu anlaşmayı sonuçlandırmadı. Bunun üzerine 12 Eylül askeri müdahalesi yapıldı. Müdahalenin ardından Türkiye ile ABD arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması 18 Kasım 1980 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından onaylandı ve 1 Şubat 1981 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Amerikan üsleri ve tesisleri yeniden açıldı. Ayrıca, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına geri dönüşüne ilişkin olarak Türkiye’nin yıllardır sürdürdüğü çizgiden vazgeçildi. Askeri yönetim, bu konuda da ABD’nin isteklerini yerine getirdi.

Türkiye’nin milli çıkarlarına böylesine zarar verecek davranışların kamuoyu gözünde haklı gösterilebilmesi için milletimiz birbirine düşman edildi. Bugün hatırlarken bile çok büyük üzüntü duyduğumuz kavgalar yaşandı. Millet canından bezdirildi. 12 Eylül’le birlikte kendisinin ve yakınlarının canının kurtarıldığına inanan insanlarımız, Türkiye’nin yeniden ABD üssü haline getirilmesine, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesiyle önemli bir kozun elimizden kaçırılmasına tepki göstermedi veya gösteremedi.

ABD, 12 Eylül’le birlikte, İran’da ve Afganistan’da kaybettiği mevzileri Türkiye’de telafi ederek Ortadoğu’daki etkinliğini sürdürdü.

Ancak ABD bununla yetinmedi. 1950’li yılların yakın işbirliğine rağmen, 1960’lı yıllarda “Millet Yapar” kampanyalarıyla ABD’nin vermediğini kendi yaratmaya çalışan, NATO dışında Ege Ordusu’nu kuran, milli savunma sanayiini geliştirmeye çalışan, ABD’yi hiçe sayarak haşhaşı yeniden ektiren ve Kıbrıs’a çıkan, silah ambargosuna Kıbrıs’ta devlet kurarak ve ABD üslerini kapatarak cevap veren güçlü Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmayı ve onurlu dış politika çizgisini değiştirmeyi hedefledi. Bu hedef, ABD’nin Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu politikasıyla da bağlantılıydı. Türkiye 1991 Körfez Savaşı sırasında da bağımsızlıkçı bir tavır sergilemişti. Türkiye, bu önemli coğrafyada, ABD’nin kabullenemeyeceği kadar bağımsızlıkçı bir çizgideydi. Türkiye, ABD’nin hedefi haline geldi.

12 Eylül sonrasındaki ekonomik, toplumsal ve siyasal düzenlemelerin hedefi, Türkiye’nin zayıflatılmasıydı. Birçok yönetici bu oyuna gelerek, bilerek veya bilmeyerek, ABD’nin ve ardından Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi zayıflatma değirmenine su taşıdı.

12 Eylül’ün ekonomik ve toplumsal politikalarının hedefi, “kerim devlet”, “baba devlet” veya “sosyal devlet” dediğimiz uygulamaların ortadan kaldırılmasıydı. 24 Ocak 1980 istikrar programı bu amaçla getirilmiş, ancak parlamenter demokratik düzen içinde uygulanamamıştı. Kenan Evren, 24 Ocak kararlarının 12 Eylül sayesinde uygulanabildiğini açıkça söylemektedir. Gerçekten de öyle oldu ve ekonomimiz büyük darbe yedi. 24 Ocak istikrar programı ve arkasından gelen uygulamalarla, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığına büyük darbeler indirildi.

Sevr Antlaşması’nda emperyalistlerin temsilcilerinden oluşan bir Maliye Komisyonu’nun kurulması öngörülüyordu. Bu Maliye Komisyonu, emperyalist güçler adına Osmanlı Devleti’nin tüm ekonomik faaliyetini denetim altında tutacaktı. 1980’li, 1990’lı ve 2000’li yıllarda IMF heyetlerinin sahip olduğu yetkiler, Sevr’in Maliye Komisyonu’nun yetkilerinden daha az değildir. Bu sürece, 12 Eylül sonrasında girildi.

Bu yıllarda uygulanan politikalarla, Devletimizle milletimiz arasındaki ekonomik ve toplumsal bağ zayıflatıldı. Kamu kesiminde uygulanan özelleştirmelerle, onbinlerce işçiye ve memura iş imkanı sağlayan kamu kurum ve kuruluşları kapatıldı. İşçi haklarında büyük kayıplar yaşandı. Türkiye, ucuz işçilik reklamı yaparak yabancı sermaye çekmeye çalışan bir ülke haline getirildi. Köylüye verilen destek azaltıldı. Esnaf ve sanatkarın Devletimizden aldığı yardımlara büyük darbeler indirildi. İşsizlik arttı. Yoksulluk yaygınlaştı. Vatanseverlik yerine bireyçilik ve şahsi köşe dönmecilik anlatıldı ve övüldü. Bu uygulamalarla insanlarımızın vatan sevgisi zayıflatıldı. Dünyanın hiçbir yerinde insanlar davulla zurnayla askere gönderilmez. Ancak Devletimizle milletimiz arasındaki bağ, uygulanan ekonomik ve toplumsal politikalarla zayıflatılırsa, bu güzel geleneğimizin zayıfladığı görülecektir.

Bu dönemde Devletimizle vatandaşlarımız arasındaki siyasal bağa da büyük darbeler indirildi. 12 Eylül sonrasında büyük zulüm yapıldı. Bu zulümde ABD’nin işkence okullarında yetiştirilmiş kişilerin rolü daha açıklığa kavuşturulmamıştır. Bu zulüm, birçok insanda telafisi zor tepkiler yarattı.

24 yıl önce bu gerçeklerin bu denli farkında değildim; olamazdım. Ancak bugün Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini ve ABD’nin bölgemize yönelik politikalarını öğrendikçe ve son 24 yılın gelişmelerini hatırladıkça, 12 Eylül’ün ABD tarafından hazırlandığını ve 12 Eylül’den en fazla ABD’nin yararlandığını söyleyebiliyorum.