Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

BİZ HANGİ KÜLTÜR SANAT FİKİR MİRASINI İNKAR EDİYORUZ?

Yazar Nezih Gençler
14 02 2007

Türkiye’nin asıl üretim, tüketim ve paylaşım yordamı olan kapitalist-emperyalist sömürü düzeninin temsilcileri, uluslarüstü ortaklıkları ile büyük kentlerimizde üstlenmiş olan birkaç yüz kişilik (10-15 holding) “yerli” FİNANS-KAPİTALİST zümredir. Bu düzenin çarklarını tüm Anadolu’da ekonomi-politik olarak işleten de, kasabalarımızda üstlenmiş olan birkaç bin kişilik (artık metropollerde de merkezileşen 70-80 pazarlama şirketi) rantiye TEFECİ-BEZİRGAN sınıftır.

“Din iman bin mintan” her türlü maddi-manevi aracı, halkın dini duygularını, gelenek-göreneklerini binlerce yıldır sömürüp kullanmakta “usta” olan, geçmiş toplum kalıntısı bu tefeci-tüccar sınıf, şimdi de büyük şehirlerimizi kuşatarak en ufak alternatif düşünce filizlerini, hatta mevcut demokrasi ve cumhuriyeti bile yoketmenin nazi talimlerini yürütüyor. Bu sınıfın öncülüğüyle hortlatılan ortaçağ hacıağalarının (türk-islam) kültür-sanat yapı ve anlayışı; Türkiye orijinalitesinin bir gerçeği olarak kendini dayatmaktadır.

1- Uluslararası ortaklı “yerli” finans-kapital zümresinin,

2- Osmanlı'dan kalma tefeci-tüccar-bezirgan-şeyh-hacıağa sınıfının,

3- Henüz filizlenme aşamasında olsa da Türkiye işçi sınıfının,

4- Kentli küçükburjuva ve aydın tabakalarının,

5- Köylü küçükburjuva halk tabakalarının olmak üzere başlıca 5 kültür-sanat yapı ve anlayışı; Türkiye’nin kültürel üstyapısını oluşturuyor.

Demek ki; Türkiye’de topluma damgasını vuran, biri asıl ve çağdaş, diğeri onun yedeği ve çağdışı olmak üzere iki egemen kültür-sanat yapı ve anlayışından sözedebiliriz.

Biri; “Atatürkçülük”, “çağdaş uygarlık”, “batılılaşmak”, “globalleşmek”, “katılımcılık”, “çok seslilik”, “sivil toplumculuk”, “hür parlamenter hukuk devleti”, “özelleştirme”, “küçük ve güçlü devlet”, “devleti ve milletiyle bölünmez bütünlük” maskeleriyle, yerli-yabancı şirket ortaklıklarıyla, "liberal-hürriyetçi", hatta kimi “sol”, “süsyalist!” politik yansımalarıyla özgüç finans-kapitalin egemen kültür-sanatı...

Diğeri; “ümmetçi sivil toplumculuk”, “tarikatçılık”, “milli-islami devlet, güçlü iktidar”, “türk-islam dünyası”, “şeriatçılık”, “islam aleminin lider türklüğü”, “adil düzen”, “cihad-ı ekber” nida ve “ülkü”leriyle, artık büyük şehirlerde de yaygınlaşan kasaba şirketleşmeleriyle, MHP, RP, BBP, MP, AKP politik yansımalarıyla iktidar ortağı, destekçisi ve denetçisi, militan-vurucu, yedekgüç tefeci-bezirganların (insanlığı, skolastiğin ve metafiziğin cehennem zebanilerine sonsuza dek köle yapabilmeyi düşleyen) ticani kültür-sanatı...

Meclis'de danışıklı dövüşleri, halk içinde “laik-antilaik”, “Atatürkçü-köktendinci”, “demokrat-şeriatçı”, “bölücü-çakıltaşçı”, “ikinci cumhuriyet-resmi ideoloji” demogojileri ve sarkık bıyık-çember sakal-tesettür çetelerinden “kaç ben kurtarayım!” “hürriyetçilik”leri; iki yüzü kesen tek bir kılıcın diyalektiğiyle işliyor.

Bir yüzü; “türk popu” denen gündelik cümbüş pazarlamasından “ateizm”e ve Aziz Nesin’in "akılsız toplum”culuğuna, Livaneli - Kaya “satıcı”lığına, 12 Eylül “Atatürkçülüğü”ne, AK-SAnat, Eczacıbaşı, Hakko, Vakko, banka “kültürel etkinlik”lerine kadar uzanan: “Laik-Demokratik” bir sömürü düzeninden yana olan “liberal” kültür-sanat...

Diğer yüzü; Atsız”dan, Necip Fazıl’dan Kabaklı’ya, Dilipak’dan Fethullah'çılığa, “nizam-ı alem ülkücüleri”ne, ilahi ve zikir mistisizmine ve afyonkeşliğine, mehter marşlarına, “cihad-ı ekber” nidâlarına, bozkurt ulumalarına kadar uzanan: Sömürge faşizmi ve bölgesel savaş (“yeni dünya düzeni”) parolalı gerici, şövenist kültür-sanat...

Perde arkasından ve bir merkezce yönetilen bu iki yapı, birbirlerine karşıymış gibi kayıkçı dövüşü yaparken, birbirlerini bileyip güçlendiriyorlar. Milletin gözüne baka baka “kırk katır mı? kırk satır mı?” diyerek “atın önüne et, itin önüne ot” koyup tozu dumana katıyorlar. Tipik bir Karagöz oyunu...

Kendisini “aydın, çağdaş ve ilerici” sayan kültür-sanat temsilcileri artık, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm örgütlü halk kesimlerimizin yanında ve içinde saf tutmalıdır. Başka bir yol ve alternatifleri yoktur. Gerek az topraklı yoksul köylü tabakalarının ve hızla işçileşen esnaf kesimlerinin, gerekse de memurların ve özel-tüzel sektör büro çalışanlarının “etine göre budu” ilerici kültür-sanat filizlenmeleri, yapı ve anlayışlarının, köylü ya da burjuva reformist - anarşist - bölücü – mikro milliyetçi sapkınlıklardan kurtulabilmeleri, varlıklarını sürdürebilmeleri ve evrensel gelişime - değişime paralel kültürel-sanatsal-estetik sentezlere varabilmeleri; işçi sınıfıyla ve halkla bütünleşmelerine bağlıdır.

Bugüne kadar denenen demokrasi ve kültür-sanat platformları; soyut, kitlelerden kopuk ve lokal kalmış, fraksiyoncu-bölücü-barikatçı tepişmelerle zaman ve insan kayıplarına neden olmuştur. Örgütlü halkımızın kentler bazında kuracağı sürekli, etkili ve yetkili bir KÜLTÜR-SANAT KOORDİNASYON KURULU hayati bir ihtiyaçtır. Geçmişten gelen kolektif aksiyon gelenek göreneklerimizle modern sınıf kardeşliğinin sentezleşeceği yapılanmaları hızla yaşama geçirmeliyiz.