Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, halkın ve devletin bağımsızlığını koruyacak (silahlı) kuvvetlere (onlar) emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve halkın araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya halkın kendisine kalıyordu... İşte buna KUVÂ-Yİ MİLLİYE diyoruz... 1923
VATAN POSTASI BATI

Gazeteler

SUÇLU! AYAĞA KALK!

Yazar Dr. Hikmet Kıvılcımlı

02 04 2007
(Sosyalist Gazetesi, 16 Mart 1971)

Türkiye’nin iki büyük başkenti İstanbul ve Ankara‘dan, en ücra ve en uçtaki Kırıkhan‘a, İslâhiyye‘ye dek her yerinde kan dökülüyor. Kan dökenler: Finans-kapital parababalarının yönettikleri antika taşra tefeci-bezirgân vurguncularıdır. Kanı dökülenler: Türkiye’de insancıl yaşantı özleyen ilericiler, devrimci gençlerdir.PADİŞAHLIKTAN PAŞALIĞANeden? Bunu halk yığınlarımızın öğrenmemeleri için sömürgen üst sınıflar ve onların bezirgân politikacıları ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar. Üst sınıflar bir avuç soyguncudurlar. Ama, Türkiye’nin en muazzam ekonomi gücü olan kapitali (sermayeyi) ve devleti tekellerinde tutuyorlar. Onun için, yenilmez bir güçmüş gibi görünerek, herkese gözdağı veriyorlar.Bu açık seçik oyunda en çok aldatılanlar: “Cahil halk” değil, ne yazık ki “okur-yazar” geçinen kapıkullarıdır. Bu kapıkullarının en gözde başı İ. İ. Paşa oluyor. Paşa 40 yıldır, kimi iktidarda, kimi muhalefette kaldı. Ama, korkunç devlet kapitalizminin ve devlet kapıkulluğunun vazgeçilmez başı idi. Onun için Türkiye politikasını kimi açıkça, kimi el altından olmak üzere, her zaman “paşa“, yahut “paşalar” güttü.”Paşalık” Türkiye’de bir kanunla Mustafa Kemal’in sağlığında yasak edildi. O antika deyimin yerine her modern ülkede kullanılan general geçirildi. Ama toplum gerçekliği antikalıktan kurtulmadıkça, onun yaşayan kurumlarına başka ad vermek yeter miydi? Yetmedi. “Paşa” her zaman antika paşa kaldı. Ve halk ta, ortalıkta değişen temelli hiç bir şey göremediği için, tepedeki kapıkullarına “paşam” demekten geri kalmadı.Antika paşalık ne anlama gelir, biliyoruz. “Paşa” sözcüğünün öztürkçe kökü “beşe“den gelir. “Beşe” bir babahanın “büyük oğlu” demektir. Osmanlı’da ilk padişahların büyük oğullarına paşa denildi. “Padişah” adlı babahan ölünce, onun yerine paşa oğlu geçmeyecek miydi? O mekanizma ile Türkiye’de padişahlık kalktı, onun yerine hiç sessiz, sedasızca ve kimsenin yadırgamasına yer kalmaksızın paşalık geçiverdi. Antika tefeci-bezirgân ekonomi ve sosyal sınıf, Türkiye’nin beş yüz kasabasından beş yüzünde iktidarı elinde tuttukça bunun başka türlü olması olur muydu?“DEVLETLU” PAŞA HAZRETLERİİşte İ. İ. Paşa; o antika toplum yapımızın modern devletçilik biçiminde karar kılmış yapısının en “sarsılmaz” kalıntısıdır. O kalıntıya göre “devlet” başlı başına bir varlıktır. Nereden geldiği bilinmez. Ama, gelmiş. Vardır. Öyleyse toplumun üstünde, sosyal sınıfların üstünde bir varlıktır. “Ülke bütünlüğü” ne ile sağlanır? “Devletle“. O öyleyse, dün “saltanatın“, bugün “milletin” var olması, devletin var olması demektir! Devlet elden gitti mi, ne “millet” kalır, ne vatan!Bütün “paşalarımızın” ve paşarikolarımızın ağızlarına bakın. Başlarının içlerine girin. Ruhlarının en loş derinliklerine inin. Yalnız ve ancak o antika felsefeyi bulacaksınız. Bu “felsefe”lerinde çok “samimi“dirler. Yeni deyimle çok “içtenlikli“dirler. Padişah gitmiş paşa kalmıştır. Padişah nasıl devlet kubbesinin köşe taşı idiyse, paşa da tıpkı öyle yalnız devleti düşünür. O bir “devletlû” “devlet kuşu“dur. Devletin tepesine tüner. Ve sırf, başka hiç bir şeye bakmaksızın devlet için öter.Bu felsefelerinde paşacıklarımızla tartışabilir misiniz? Hayır. Öyle bir şey, koyu Müslüman için (Allahın var olup olmadığını tartışmak kadar onulmaz bir “küfür” olur devletin tartışılması.) Bu felsefelerinde paşacıklarımız “popüler“dirler de: Yani en geniş halk yığınları içinde dahi en yaygın felsefe bu devlet dokunulmazlığı ve tartışılmazlığı, pusuya girmiştir.“DEVLETLU” FELSEFESİNIN KÖKÜBu felsefenin sosyal kökü nereden geliyor? Tâ, 600 yıl önce kurulmuş Osmanlı Devleti’nin ekonomik ve sosyal yapısından. Devlet bir uzun süre Osmanlı dirlik düzeninde bayağı “sınıflar üstü” çalımı ile Padişah’ın kişiliğinde “zât“laşmamış mıydı? Paşacıklarımıza göre 60 yıldan beri Türkiye toplumunda değişen hiç bir şey olmamıştır ve olamaz. Saltanat gitmiş, cumhuriyet gelmiş. Padişah gitmiş, paşa gelmiş. Bu da mı fark?Padişahlığın, şunun şurası 50 yıldır ancak “kalkındırılabilmiş” olduğu gözönüne getirilsin. 50 yıldan beri ise, Paşalığın, kanun yasaklarına aldırılmaksızın, iyice “oturtulabilmiş” bulunduğu unutulmasın. Devlet anlamında hangi değişikliği kapıkuluna anlatabilirsiniz?İlk Osmanlı (ilb-gazi-şövalye)lerinin kan örgütü yerine geçirdikleri ilk dirlik düzeni toprak ekonomisi üzerindeki devlet, çoktan; 3-4 yüz yıldır yıkılmış. Yerine tefeci-bezirgân sınıfın tahakküm ettiği kesim düzeni adlı toprak ekonomisi üzerindeki devlet geçmiş. Sonra ilkin levan (komprador) kapitalizme dayanan ecnebi finans-kapital, sonra tefeci-bezirgân sınıfa dayanan yerli finans-kapital tahakkümü devleti kıskıvrak tekelinde bağlamış…KİM OKUR? KİM DİNLERBiz bu basit olmasa da apaçık olayı, daha üniversite ülemâmızın en az beyin zarları kalınlaşmamış sosyal bilginlerine, hatta keskin “bilimsel sosyalist“lerine anlatamıyoruz. Paşacıklarımızı, antika devlet felsefelerinde nasıl kınarız? Üstelik “paşaların paşası” sayın İ.İ. kırk yıl “devleti” “avucu içinde” tuttuğunu sanmış, en deneyli, en ulu “devlet adamı“. Türkiye’nin finans-kapital sömürgeliğinden “bağımsız” ve “gerçekten hür” (özgür) olması için, aç, işsiz kıvranan, kanayan Türkiye gençliğini mi dinler?Devlet: “Şunun bunun elinde bâzıyce (oyuncak) olamaz” demişti Ankara İstiklâl Mahkemesi Başkanı ünlü “Kelâli” Bey (Afyon), 45 yıl önce. O zamanın muzaffer cephe komutanı başvekil paşası, 45 yıl sonra değişecek değil. Kim bu ateşli gençlik? Antika hacıağalığın taşrada boğduğu, modern finans-kapitalin başkentlerde bin bir provokasyonla kana boyadığı gençlik: Alt yanı bir avuç çoluk çocuk! Bunlar sakro-sent devlet hazretlerine kafa tutacaklar ha?ZORLA İNTİHAROnun için, bütün gizli oyunları avucunun içi gibi okuması olağan bulunan İ. İ. Paşa, başından değilse bile, yaşından beklenmeyecek yeğniklikte bir uçan öfke ile, tam alı al, moru mor, haykırıyor:”Üç çocuk devletle pazarlık edecek?.. Çıkarım sokağa, halkı emniyet kuvvetlerine yardıma çağırırım.“Milletçe trajedimizin yayı bu tür düşünce ve davranışların perdesi ardında gizleniyor. Ve ne yazık ki, anlı şanlı “paşalarımız“, o belki çok “iyi dilekli” (kendi sanılarıyla: “Sağduyulu“) düşünceleriyle, bütün kartları karıştırıyorlar. Düşünceden çok davranış durumunda bulundukları için ise, her şeyden önce son kertede titiz oldukları kişiliklerini yıprandırıyorlar.Yalnız o kadarla kalsalar, pek bir şey denemez. Herkes kendi yanlışının sorumluluğuna katlanır. En gözde ülküleri sayılan vatan-millet-sakarya tutumları gibi, gerçekten ülke, halk, genç kuşaklar ölçüsünde inanılmaz aykırılıklara kapı açıyorlar. Alalım, “paşaların paşa“sının hızlı “çıkarım sokağa” deyimini. Olmayacak, şey ya. Çıktı, bilelim. Türkiye insanları antika “reâya” (Osmanlı güdülenleri) değil. En azgın finans-kapital giyotini ile her gün kanlı sınıf çelişkilerine bölünmüş.Bu ortamda Paşa, ya “yuha!“lanır, yahut “tekbir!“lerle karşılanır. İki sonuçta bunalıma çözüm getirir mi? Olası değil.“DERVİŞ VAHDETİ”LİK ÇIKMAZ SOKAĞIPaşa’nın “çıkarım sokağa” çığlığı sosyal ve politik açıdan ne demektir? Bilinçsiz kara kalabalığı kuru lâfla: Devrimci gençliğe karşı kışkırtacak… “Buna hâcet var mı?” sorusu bir yana dursun. Çünkü bütün finans-kapital ve tefeci-bezirgân ağaları ve çeteleri her günün 24 saatinde yalnız bunu yapıyor. Gene de, zavallı işsizlerden yazdığı aylıklı askerlerini, arkalarına sivil-resmi, gizli-açık binlerce polis ve tabur tabur jandarma dayanakları komadıkça şuradan şuraya yürütemiyor.”Paşa” kendisinde ayrı bir “kuvve-i kutsiyye” mi buluyor? Olağandır. Ancak “alaylıları mekteplilere karşı” kışkırtmak, 1909 yılında tutmadı. Başka. 1909 yılı o görev “Volkan“cı Entelicens Servis casusu Derviş Vahdeti’nin “kuvve-i kutsiyye”sine düşmüştü. Hepsini bir yana bırakalım. Gericiliğin,1971 yılı devrimci güçlerine er geç yenilmeye tarihçe mahkûm bulunduğunu unutalım. Paşalar ne duruma düşerler?62 yıl önce 31 Mart Vakası günü, şimdiki yüksek öğrenimli asker-sivil gençlerimizden çok daha körpe yaşta bulunan adsız “İsmet Bey“, bir devrimci küçük subaydı. Çağının birlikçi ve ilerici (ittihat ve terakkici) akımına katıldığı için bir kurtuluş savaşı kahramanı ve en sonunda “kuvve-i kutsiyye”li paşaların paşası olduğunu hangi silâhlı-silâhsız gence tümden unutturabilir? Elbet kendisi de, içinin içinde, beyin yaşlılığı yüzünden seksenini geçkin İ. İ. Paşanın belleğini yitirdiğine inanamaz.31 MART AZGINLIĞIDaha geçenlerde, kendisi: “Her gün bir 31 Mart yaşıyoruz” diye gocunmuştu. Her halde sevinememişti 31 Mart Vaka’ları önünde. Çünkü biliyor. 31 Mart Vaka’sından on yıl sonra Kuvvayı Milliye ayaklanışı patladı. Dört yıl sonra 31 Mart’ların temel dayanağı padişahlık (saltanat ve hilâfet) resmen yok oldu. 31 Mart Vaka’ları öylesine tekinsizdirler.

Ama, modern finans-kapital derebeyliği kuşku yok, antika tefeci-bezirgân derebeyliğinden daha az sınıf körlüğü illetine tutulmuş olamaz. Paşacıklarımız hiç değilse o kadarcığını görmez, bilmezler mi? Amerikan U.S. üssü yapılmış Türkiye’de yirmi bin Amerikalı ve kırk bin yerli CİA ajanı, Derviş Vahdeti’lerin rolünü, kimseciğe sıra bırakmaksızın epey başarı ile oynuyorlar. Camilere atılan bombaların hangi “Volkan“dan fışkırdığını, kimse bilmese, koca İ. İ. Paşa eliyle tutmayacak kertede alandan çekilmiş, yahut sekseninden sonraki ikinci çocukluk çağına gömülmüş olmasa gerektir.
Hatay’da kışkırtılmış, kamyonlar dolusu aç ve bilinçsiz kara kalabalık nereye koşturuluyor sanılır? “Komünizme karşı” mı? Belki delinmiş kursaklarına bir damla dünya nimeti düşürecek (evlerin, dükkânların ve giyinikçe kişilerin) yağma ve talan edilmesine… Gericilik, “emniyet kuvvetleri” önünde (yani sayesinde) ilerici ve genç linç edilmesiyle keyfinden sarhoş olabilir. Beter olsun. Tarihte her zorbalık öyle mezarını kazmıştır. Mezar kazıcılarını böyle kırmızı balmumu ile çağırıp idmanlandırmıştır. “Devam et“sin.

İ. İ. Paşa’nın genç topçu subaylığındanberi zarı zedelenmiş kulağı o “31 Mart” olaylarını işitmemiş görünüyor. Aynı gün ve saatte, paşaların gözleri önünde Ankara başkentinde, jandarma albayının yüreğine iniyor. Kış ortası gece ayazında yurtlarına sığınmış genç öğrenciler üzerine, işkenceyle alınmış ifadeye dayanır: Bir tek ve yapayalnız biricik adliyeci kişiden, acele alınmış hüküm-makineli tüfekler çatırdatılarak yürünüyor.

PARABABALIĞININ SUÇLULUK KOMPLEKSİ

Ve ne aranıyor? “Suçlu“!.. Her üniversite içinde, eğer binlerce değilse, yüzlerce gizli sivil polis, MİT, CİA ve Entelicens Servis ve ilh., ve ilh… ajanları, en ufak kıpırtıyı izlemezmiş gibi, ODTÜ’de aranan kimsenin orada bulunmadığını her an rapor etmemiş gibi… Durup dururken, bedavaya kan dökmek için olmayan “suçlu” kuşatılıyor. Dört Amerikan U. S. işgalci askeri, dört gün karnı tok, sırtı pek, halı kilim üstünde yatırıldı diye üç genç Türk öldürülüyor, 300 genç Türk yaralanıyor. 3000 genç Türk esir kampında namlu tehdidi altında soğuğa, yağmura bakmaksızın titretilerek siygaya çekiliyor.

Suçlu” kim? İngiliz casusu Derviş Vahdeti‘nin omuzdaşı, Alman casusu Şıh “Nursi”nin ruhunu hortlatan, Amerikan casusluğu CİA emrinde kumpaslar kuran finans-kapitalizm… O bin bir yabancı casus ortamı içinde en ufak bağımsızlığını korumayan iktidar: Asker-sivil Genç Türkler cephesine karşı, süngü, kurşun, bomba, helikopter, uçak, tank ve nurculukla silâhlandırdığı bilinçsiz Mehmetçiği ölüm saça saça saldırtıyor. Bu yetmiyor. Çünkü, evdeki pazar çarşıya uymayacaktır. O da iyi biliniyor.

MANDACILIĞIN SUÇLULUK KOMPLEKSİ

İllâ ki, “Paşaların Paşası“dır. Al’i Osman dölünden gelmiş Şahlar Pâdişahı “Essultan İbn’issultan” partavını atarak: “Al Allah delini - zapteyle kulunu” yordamıyla: “çıkarım sokağa ha-” diyebiliyor.
Çık be Paşaçık!..

Çünkü: Ama, yakışmıyor. Her şeyden önce. “Geçti o Bor’un Pazarı” gençlik sosyalizme uyandı.

Ve Sivas Kongresi‘nde, Türkiye’yi “Amerikan Mandası” yapmak isteyenlere karşı dövüşen “Paşa” anıtkabirde henüz yaşıyor. Sivas Kongresi’nde bulunmamış olmak, “Amerikan Mandası“na karşı insana bağdaşıklık (”bağışıklık” olması gerek V.P.) sağlamaz. Ve “sokak“ta, Türkiye’yi “manda” gören Amerika U.S. elçisince alkışlanmak iç açıcı (yahut moda edilen sözcükle: “huzur” verici) olur mu? Olmaz. Olamaz.

Bunalım mı? Ne sandın. Ama, “politika” kiremitliğinde yanmış gençliğe, su yerine provokasyon petrolü sıkan itfaiyecilikle, toplum temelindeki bunalım yangını söndürülemez: Daha çok alevlendirilir. Bunalım: Parababalarının, geniş yaratıcı üretim yerine, insafsız vurgun yapmalarından; işsiz bırakılmış işçi-köylü-aydın çalışkanlarının pahalılık cehennemine itilmelerinden ileri geliyor.

Devlet mi? Devleti, parababalarının dış ticaret, döviz, vergi kaçakçılığına teslim etmek kurtarmaz. Devleti alafranga “devalüasyon” adlı para haydutluğuna, borçlar gangsterliğine yataklık edenlerin işkence masası gibi kullandırmak nasıl yıkmaz?